KSG'ten Nazım Hikmet ile ilgili derlemeler...

Pazartesi, 30 Mayıs 2011

Altta Nazım Hikmet ölüm yıldönümü dolayısı ile onun hakkında Kıbrıs'ta Sosyalist Gerçek sayfalarında çıkan derleme yazılarla şiirleri okurlarımıza yeniden sunuyoruz.

1953 Yılındaki Nazım Hikmet:
5 MART 1953
İlkönce kim kime metin ol kardeşim-
diyecek,
ilkönce kim kime başsağlığı dileyecek?
Hepimizindi o,
hepimizindir
Yoldaşlarım,
acınızı duyuyorum,
sizin duyduğunuz gibi tıpkı,
aynı şiddetle.
Kardeşlerim,
hüngür hüngür ağlamak geliyor içimden,
tutuyorum kendimi sizin gibi tıpkı
aynı metanetle.
Seviyorum onu,
Marks'ı, Engels'i, Lenin'i, sevdiğim gibi
sevdiğiniz gibi,
aynı muhabbetle,
aynı hürmetle.
Yoksul esir halkımın dostuydu o.
-hangi halkın dostu değildi ki-
bütün emekçi insanlık
beyaz, siyah, sarı
baktı akıllı güzel gözlerine onun,
baktı hayranlıkla, hayretle:
orda aşikâne yollar
orda yollar apaydınlık
orda kurtuluş,
bahtiyarlık
her birine...
Halkımın savaş bayrağıdır o.
halkımın ölümü, göze alarak,
kaç kereler,
"Barış, bağımsızlık, hürriyet" sözleri yerine
yazdı iki hecelik adını onun
fabrika duvarlarına,
yazı tahtasına okulların
ve köy türkülerine.
Yoldaşlarım.
Sovyet insanları,
günler ağır
Onsuz geçilecek bu ağır günler
sarsıntısız, çatlaksız
ama onunla ve Lenin'le beraber
yani... partisiyle
yani... partisi başta
Bu parti eşi emsali görülmedik bir çeliktendir
Bu çeliğin adı:
boydan boya ömrünü vermek emrine halkın
boydan boya ömrünü vermek..."
Nâzım Hikmet Ran, 1953

1961 Yılındaki Nazım Hikmet:

taştandı, tunçtandı, alçıdandı, kâattandı iki santimden yedi metreye kadar.
taştan, tunçtan, alçıdan ve kâattan çizmeleri dibindeydik, şehrin bütün meydanlarında.
parklarda ağaçlarımızın üstündeydi; taştan, tunçtan, alçıdan ve kâattan gölgesi,
taştan, tunçtan, alçıdan ve kâattan bıyıkları lokantalarda içindeydi çorbamızın
odalarımızda taştan, tunçtan, alçıdan ve kâattan gözleri önündeydik.
yok oldu bir sabah!
yok oldu çizmesi meydanlardan,
gölgesi ağaçlarımızın üstünden,
çorbamızdan bıyığı,
odalarımızdan gözleri,
ve kalktı göğsümüzden baskısı binlerce taşın tuncun alçının ve kâadın

Nâzım Hikmet Ran, 1961, Moskova

Nazım'ın yaklaşımına cevaben Kıbrıs'ta Sosyalist Gerçek:

STALİN'İN BIYIKLARI
sok bıyıklarını çorbamıza
sen olmasan
sosyalizmi nasıl kuracaktık
sen olmasan
çorbayı nasıl bulacaktık
sen olmasan
barbarlara esir olacaktık-
sen gittin
esir olduk
yuh bize
sen gittin
aç kaldık
yuh bize

yuh sana bıyıklarını çorbamızdan çek diyene
diyenlere
dar edeceğiz dünyayı
onların
troçkist partilerine

bugünlerde
içecek corbamız yoksada
sokuyoruz bıyıklarını çorbamıza
sen olmasanda aramızda

kuduruyor hainler
çünkü
sokuyoruz bıyıklarını çorbamıza
atıyoruz internetin ağını
senin engin okyanusuna
hepsini yakalayacağız
senin fabrikanda örülmüş
internetin ağında
vede bıyıklarında
hepsini.

içecek çorbamız olacak gene.

DİKDATOR STALİN - DEMOKRAT ŞENER
İNSAN KESER STALİN - İNSAN SEVER ŞENER
Dikdatörlük genellikle bir yönetim şekli olarak ele alınır!
Kimler tarafından?
Demokrasiyi çok bilen ve seven adamlar tarafından!
Çoğunlukla bunlar aynı zamanda diyalektik üstadırlar.
Mesela Troçki!
İyi ama bir şekil söz konusu ise, mesela bir yönetim şekli, o şeklin içinde bir içerik vardır. Ona dokunma! Biz dokunuruz. Olayları başka türlü anlamak imkansızdır.
Al eline bir bardak. Var mı bir şekli? Var!
Al eline başka bir bardak. Onun da bir şekli var. İlkinden değişik ama, bir bardak şekli.
Biri kulplu, biri kulpsuz; Biri uzun, biri kısa; Biri geniş biri dar; Biri cam biri porselen... Ama ikisi de bardak.
İçmek için!
Birileri diyor ki bardak bardaktır. Ne demek içerik? Al bardağı eline ve iç!
İç, iç. İç Şener iç!
Birinde pis su var-afiyet şeker olsun Şener iç!
Birinde rakı var!-ona dokunma Şener! O Gomutanlara müstahaktır!
Sen bardaktan içmene bak!
Afiyet şeker olsun!
Hele şu burjuvaların demokrasi şeklindeki bardaklarından olursa, deme keyfine!
Hele hele A ve B türü, AB türü. Yoktur üstüne!
İç Şener iç. Stalin'in diktatörlük türü bardağı değil bu!
İç ulan Allahsız. Stalin sana yasak koyacak değil ya. Öldü gitti işte!
İç Şener iç!
Bu bardak "Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti" dolu!
Afiyet şeker olsun.
Armağan olsun sana bu memleketin ırgatları.
Birde tabii ki bardak deyip geçme eline aldığın o tası
Koy içine biraz Kıbrıs toprağı,
Birde gül dalı.
Kıpkırmızı gül büyüsün içinde
Olsun sana bir saksı
Değil artık içki bardağı.
Ama şekli aynı kaldı!
Yetmedi mi?
Al eline bardağı Şener!
Fırlat. At!
Kır birisinin kafasını!
Silah olsun sana!
Ama şekli aynı kaldı.
Veya biri alır da atarsa bardağı sana!
Boşver artık aldırma.
Gönlün diktatörlüğe kandırma.
Git Avrupa'ya,
Git Türkiye'ye.
Veya kal Kuzey Kıbrıs'ta
Satılık Sovyet kızı bol
Demokrasilerde çare tükenmez
Orospu da tükenmez
Satılık olmayan ne vardı ki,
Sovyet kızları satılmayacaktı?
eeeeee!
Gülü seven dikenine katlanırmış
Sovyet kızları satılırmış
Anti-Nazi savaşçılar açlıktan ölürmüş
Her sene 40 milyon insan
Yok yere heba olurmuş.
Ne olmuş ki?
Çok mu?
Yeter ki çekin onun bıyıklarını
Çorbamızdan.
Değil mi Nazım?
Değil mi Şener?
Senin aklın neye yeter?

Kıbrıs'ta Sosyalist Gerçek, Sayı 70
Çalışmalarımızda Karşılaştığımız Sorunlar Üzerine

Bizim kendi içimizden de aldığımız eleştirilerin başını 'sol' kesime yönelttiğimiz eleştiriler çeker. Eleştirilerin temelinde bu insanlarla ayni yönde ilerlediğimiz yatmaktadır. Tabii 'sol' diyerek bizim hepsini ayni kefeye koyduklarımızı da kategorilere ayırmak mümkün. Bunlar arasında işgale karşı yanı Türkiye'nin Kıbrıs'ta bulunuşuna karşı çıkanlar ve de işgale karşı çıkmadan Kıbrıs sorununu çözme uğraşı içinde olanlar olarak. Daha değişik şekilde de gruplandırılabiliriz. Bu temel alacağımız olguya göre olur. Hepsi de "BM gözetiminde iki toplum liderinin görüşmeleri üzerinden federal birleşik AB üyesi bir Kıbrıs çözümünü" ön gördükleri için, yani Kıbrıs'ın birleşmesini temel aldıkları için 'sol' olarak ayni kefeye konduğu gibi bu çözüme giden yolda değişik uygulamaları ortaya koymalarıyla da kendi içinde gruplara ayrılabilirler.

Üstte belirttiğimiz gibi Türkiye'ye karşı tutumda olanlarla Türkiye ile el ele iş yapmaya çalışanlar gibi... Veya Kıbrıs Cumhuriyeti'ne (KC) sahip çıkarak elde edelim diyenlerle KKTC'nin varlığı şartlarında KC'yi reddederek ayni yönde çözüme ulaşma içinde olanlar olarak da ayırabiliriz. Ama bildiğimiz bir tek şey vardır ki hepsinin de ortak yanı halkın çıkarlarını en önde tuttuklarını söylemeleridir. Halkın çıkarlarına zarar gelmeden egemenlerin çıkarlarıyla uyuşturma uğraşı içinde oldukları. Ve halkın çıkarlarını düşündüklerini ileri sürdükleri ölçüde bize düşen görev de bu kişi veya grupların tuttukları yolun yanlış olduğunu, halkın çıkarı ile egemenlerin çıkarının uyuşturulamayacağını göstermek.

Buraya kadar yapmış olduğumuz tespitlerde umarız bizi eleştirenlerle ayni fikirdeyiz. En azından sonuç kısmında yani halkın çıkarlarıyla egemenlerin çıkarlarının uyuşturulamayacağı kısmında ayni fikirde olduğumuzu/olmayı ümit ederiz.

Biz eleştirileri kendilerini eleştirdiklerimizden almıyoruz. Onlar bizi kesip atmakla bu işi halletme yolunu seçmektedirler. Mesela 2000 senesinden sonra canlanan halk hareketliliği dönemlerinde bir ara KSG Afrika gazetesi matbaasında basılmakta ve Afrika gazetesi içerisinde dağıtılmaktaydı. Bu iki gazete iki ayrı görüşü savunan gazetelerdir. Birisi yukarda bahsini ettiğimiz 'sol' çizgide diğeri ise emperyalizme karşı birleşik cephe mücadelesiyle Kıbrıs'ın emperyalizmden koparılması mücadelesi için çalışmayı kısa vadeli hedefine yerleştirmiş bir gazete. Bu iki gazetenin bir arada yayınlanmasının yani belli bir birleşik çalışma içerisine girmesinin bir tek nedeni olabilir; ortak vatan mücadelesine giden yolda güçleri birleştirmek. Her iki gazetenin de kendine göre gidilecek yönün hangi yolu izlemekle olacağına kesin inandığı için bu ortaklıktan kendileri hesabına birşeyler elde etme uğraşında olmaları en tabii haklarıdır. Birlikte çalışma denen şey bunu elde etmeyi getirir. Bunu elde etmek için de her iki tarafın kendi doğru bildiği yönde çalışma yapmasını, gerekirse birlikte çalıştıklarını da kendi yönüne çekebilmek için eleştirmesi de en tabii hakkı. İşte bu noktada birlikteliği böyle görmeyen kendisine ve görüşlerine tam güveni olmayan taraf, ve de karşı tarafın bu birliktelikten güç kazanacağını gören taraf bu ortaklığı bitirmek isteyen taraf olacaktır. Bundan doğal ne olabilirdi ki? Nitekim Afrika da böyle yaptı. KSG'nin kendi görüşlerini yayma yolunda Afrika sayesinde elde edeceği imkanlar dolayısıyla, büyük bir imkan elde ettiğini görmesi Afrika'nın "beni eleştiriyorsunuz" mazaretine sarılarak bu birlikteliği bitirmesine neden oldu. Bu iki gazete, siyasi bir mücadele veren bu iki gazete, iki ayrı ideolojiye hızmet ettiklerinin ispatı olarak hareket ettiler; KSG boyun eğmeyerek Afrika da KSG'nin dal budak salmasına engel olmaya, kendinin hizmet ettiği ideolojiye sadık kalarak, çalışarak. Biz bunu başka şekilde açıklayamayız ve en doğal sonucunun da bu olması gerektiğini savunuruz. Aksi halde birinin diğerinin ideolojisine katılması gerekirdi.

Şimdi bizim Afrika'yı eleştirerek bu sonucu elde ettiğimizi söyleyen ve bizi bu şekilde eleştirenlerin ne önerdikleri çok önemlidir. Afrika'yı eleştirirken bizim bir siyasi mücadele verdiğimizi ya biz Afrikacıları ya da Afrikacıların bizi kendi saflarına çekmek için çalışma içinde olduklarını inkar etmeleri söz konusudur. Daha açık bir şekilde söylemek gerekirse burjuva ideolojisini savunmaları söz konusudur.

Burda bir diğer noktaya daha değinmeden geçemeyeceğiz. Kendimizi eleştirme noktasına... Bizim dışımızda siyaset yapan ve bilerek veya bilmeyerek burjuva ideolojiye hizmet edenlerin kesinlikle eleştirilmesine yani teşhir edilmesine karşı değiliz. Bunun yapılması şart. Da nedenini iyice anlamamız lazım. Teşhir derken bu işi nasıl yapmamız lazım? Teşhirden ne umarak?

Sol kesim veya daha açıkça sosyal demokratların teşhiri ile bence hedefimiz bunların peşinden giden veya gideceğini bildiğimiz halkın gözünü açmayı, bilinçlendirmeyi elde etmeyi hedeflemeliyiz. Sınıf bilincine varmamış kitleleri bilinçlendirmedir yapacağımız teşhirden elde etmek istediğimiz.

Şu ana kadar teşhirine çalıştığımız kişi, grup veya partilerin peşinden gidenleri bunların etkisinden koparıp almaktır en öncelik verilmesi gereken gaye. Çünkü bu çevrelerin üst kesimini ilk etapta yanımıza çekmek, biz güçlenmeden, biraz zordur.

Peki bunu ne şekilde yaparsak emelimize ulaşabiliriz? Diğer taraftan içinde bulunulan şartların da pek bizim taraftan olmadığını yani somut olarak devrimci bir durum içermediğini de hatırımızda tutarsak ne şekilde yaklaşmalıyız konuya? Kitlelerin büyük çoğunluğunun kendi çıkarlarına olmadığı halde, kendileriyle dalga geçermişcesine oynayan bu kişilere, örgütlere olan inançlarını sarsmanın yolu ne olmalıdır? Bir kere inanmış bulundular şu veya bu sebebten... Bu sebepler de sadece içinde bulunan somut şartların olmaması yanında, bizim yani Marksist'lerin de tam olarak kadrolarının, örgütlerinin eksikliğinin de olabileceği hesaba katılmalıdır.

Böyle olunca bu kişi, grup ve partilerden işçiler, emekçiler, kitleler nasıl kopartılabilinir? Sorumuz bu? Ve de sorunumuz bu... Üstte dediğimiz gibi sağlam güçlü bir Marksist parti yaratmak önümüzde duran görevdir. Bizim düşüncemiz kitlelerin şu an için inandığı 'sol' kesimlere gözü kapalı atıp tutmalarla bu işi halledemeyeceğimizdir. Biz kitleye işin aslını anlatıp 'sol'un yaptığını da örnekleyerek yanlışlığı göstermeliyiz. Somut olaylardan yola çıkarak. Yoksa doğrudan inandıkları kişi veya örgütleri kötüleyerek bu işi başarabileceğimize kitleleri onlardan koparabileceğimize inanmıyoruz. Bu ince çizgiye dikkat etmemiz gerekecek.

Diğer taraftan teşhirine uğraştıklarımızın bizi ilgilendiren yönünün siyasetleri olduğunu da elimizden geldiğince belirtmeliyiz. Kitleler bizi okuduklarında veya dinlediklerinde bu noktayı kavrayabilmeliler. Daha doğrusu biz onlara kavratabilmeliyiz. Aksi takdirde kitlelere ulaşım araçlarından bir tanesi olan gazete ile pek bir ilerleme kaydedemeyeceğimizi düşünüyoruz. Bizimle beraber olup da henüz bizi kavramamış olanlardan doğru eleştiri -yanlış yazıldı, demek istenilen doğru yöntemle yapılmayan bir eleştiridir- yapmadığımız sürece eleştiri alacağımız kesindir. İlk etapta bu insanlara kızmak yerine onları da aydınatamadığımız için kendimizi suçlamayı öneririz. Kızmayı tercih etmeden en az bir kere düşünelim. İnsan harcama lüksümüz olmadığına göre etrafımızdakilere karşı daha sabırlı olmayı denemeliyiz. Bizim etrafımızda ve bizi eleştiren, siyasetimizi eleştirmediğini ne kadar söyleseler de, bir yerde bir kopukluk var demektir. "Teşhirle bu işin olamayacağını, devamlı 'sol' kesime yükleniyorsunuz" diyenlere demek ki biz ne yapmaya çalıştığımızı anlatamamışız kaldı ki bizden daha uzakta olanlara anlatma uğraşı içerisindeyiz. Bir kez daha düşünelim.

Çok önemli bir nokta daha vardır. Karşı tarafın yazdıklarını hafife almak. Yazılanlar her hangi taraftan gelirse gelsin bir ideolojinin ürünüdür ve o ideolojiye hizmet etmek zorundadır. Yazarının kitleler gözündeki öneminin derecesi arttıkça bir satırlık bir yazı bile çok önem kazanır ve bunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Mesela Sovyetlerde Stalin'in ölümünden sonra Nazım ve Neruda gibi şairlerin o şiirileri yazması hiç de küçümsenmemelidir. Bir tek şiirle denmemelidir. Nazım'ın ve Neruda'nın revizyonistlere karşı duruşunu sergileyen bir tek satırlık dahi bir şiiri olmadığı ölçüde bu şiirler daha da çok değer kazanır, tabii negatif olarak. Her hareketin bir siyasi temeli olduğuna ve bu siyasete hizmet ettiğine göre Stalin'e karşı yazılan bu şiirler de o siyasetin ürünüdür.

Kıbrıs'ta Sosyalist Gerçek, Sayı 217

Kıbrıs Türkleri ve Nazım Hikmet

Ahmet An
Kıbrıs adasında yaşayan Türkler, uzaktan da olsa ünlü Türk şairi Nazım Hikmet'in şiirlerini okuyup takdir etmişler, onun siyasal mücadelesini izleyip desteklemişlerdi. Nazım Hikmet de, 1951 ile 1958 yılları arasında, eline geçen her olanakta, gerek Kıbrıslı Rumlar ile Türklere, gerekse sadece Kıbrıslı Türklere hitap eden çeşitli mesajlar iletmeye çalışmış ve adanın İngiliz sömürge yönetiminden kurtulması için Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türklerin işbirliği yapmalarını önermiştir. Bu mesajlar, uluslararası toplantılar nedeniyle Nazım'ın temas ettiği ilerici Kıbrıslı Rumlar aracılığı ile iletildiğinden, önce Kıbrıs Rum basınında yer almış ve daha sonra Kıbrıs Türk basını bunları, o kaynaklardan tercüme ederek aktarmıştı. Bu haberlerin, daima anti-komünist bir içerikle Kıbrıs Türk halkına iletildiği dikkati çekmektedir. Örneğin Hürsöz gazetesi, 28 Ağustos 1951 tarihli nüshasında, Rumca, solcu Neos Demokratis gazetesinden aktardığı bir haberinde şöyle demekteydi: "Berlin Solcu Gençlik Festivali münasebetiyle Stalin uşağı komünist şair Nazım Hikmet, Kıbrıslılara şu mesajı göndermektedir:

"Kıbrıslı Rum ve Türk kardeşlerim! Aynı güzel adanın insanlarısınız! Adanızı İngiliz boyunduruğundan uzak tutunuz. Türk, Rum, Kıbrıslı kardeşlerim- hepiniz el ele vererek Kıbrısın hürriyetini kazanmak için mücadele ediniz."

AKEL TÜRK KOLU'NUN BİLDİRİSİNDEN

AKEL'in Türk Kolu, 1954 yılının Ekim ayı içinde Kıbrıslı Türklere hitaben yayımladığı ilk Türkçe bildirisinde, Nazım'ın Kıbrıs Türk halkına göndermiş olduğu bir selamlama mesajına "Kıbrıs Türkleri kardeşlerim "diye başladığını ve Türkiyeli kardeşlerinin o günkü şartlar altında nasıl yaşadıklarını belirttikten sonra şunları yazdığını belirtmekteydi:
"...Türkiyeli kardeşlerinizin sizden recası, isteği şunlardır. Kıbrısta barış için, hürriyet için, Kıbrısınızın sömürge olmaktan, emperyalizme askeri üs vazifesi görmekten kurulması için dövüşen Yunanlı kardeşlerinizle el ele verin. Aynı safta yanyana dövüşün.

Kıbrıs adası bugün, insanlık düşmanlarının elinde bir harp gemisi, bir uçak gemisi, ölüm yağdıracak bir gemi haline sokuldu. Yeşil Kıbrısınızın bir barış gemisi, bir hayat gemisi, halklar arasında dostluk gemisi haline gelmesi için, Yunanlı kardeşlerimizin yaptıkları savaşa canla başla katılın. Ancak bu suretle Türkiyeli kardeşlerinize yardım etmiş olursunuz, ancak bu suretle, bize, Türkiyenin milli bağımsızlığı, hürriyeti, Türkiye halkının bahtiyarlığı ve dünya barışı için dövüşen Türkiyeli vatanperverlere faydanız dokunur. Gözlerinizden öperim kardeşlerim." (aktaran Halkın Sesi, 20 Ekim 1954)

NAZIM KİKMET'İN KIBRIS TÜRK HALKINA MESAJI
Hürsöz gazetesi, 21 Nisan 1955 tarihli nüshasında, Rumca Neos Demokratis gazetesinden şu haberi aktarmaktaydı: "Nazım Hikmet, Kıbrıs Türk halkına göndermiş olduğu bir mesajında Kıbrıs'ta çoğunluğun ezelden beri Rum olduğunu ve adada birçok Yunan an'ane, asarı atika ve sairenin bulunduğunu, binaenaleyh Kıbrıs'ta çoğunluğun "hükümranlık" (self-determinasyon-Hürsöz) taleplerinin yerine getirilmesi lâzım geldiğini beyan etmekte ve Kıbrıs Türklerini Rumlarla iyi geçinmiye ve Rumları bu milli davalarında desteklemiye davet etmektedir. Nazım Hikmet, bu demecinde Kıbrıs'ın Yunanistan'a verilmesi icap ettiğini de ayrıca belirtmektedir."
29 Nisan 1955 tarihli Hürsöz, yine Neos Demokratis'te A.Baltas'ın bir yazısının Nazım Hikmet'in bir resmi eşliğinde yayımlandığını duyurmakta ve şu yorumu yapmaktaydı:
"Baltas, Nazım Hikmet'in Türkiye'den kaçışını mazur göstermeğe çalışmakta ve şayet kaçmasaydı Sabahattin Ali gibi öldürüleceğini iddia ediyor. Baltas, Prag'tan geçerken Nazım Hikmet'le görüştüğünü ve onun Kıbrıslı Türkler ile pek ilgilendiğini beyan etmekte; Kıbrıs meselesinin ona göre ancak "hükümranlık" prensibi ile halledileceğini Baltasa söylemiş olduğunu sözlerine eklemektedir.

"TÜRK VE RUMLARIN DAVALARI MÜŞTEREKTİR"
17 Kasım 1954 tarihli Hürsöz gazetesi şöyle yazmaktaydı:
"(Dünkü)Neos Demokratis "Türk ve Rum Davaları Müşterektir" başlığı altında ve Alekko imzasını taşıyan bir makalede Sulh Konferansında hazır bulunmak için Avrupa'ya gittiği zaman Nazım Hikmet'le de görüşmüş olduğunu ve ondan Kıbrıs halkına selam ve mesaj getirdiğini yazmaktadır. Yazara göre, Nazım Hikmet Kıbrıs halkının kölelikten kurtulması leyhindedir. Nazım Hikmet, Türk halkını her sahada Rumlarla işbirliğine davet etmektedir. Yazar devamla, Adanın bir Amerikan harp üssü haline getirilmemesi için, Kıbrıs halkını mücadeleye davet etmektedir."

NAZIM HİKMET'İN KIBRISLI TÜRKLERE YENİ MESAJI
Nazım Hikmet, EOKA'nın 1 Nisan 1955'de Kıbrıs'ın İngiliz sömürge yönetiminden kurtuluşu için tedhiş hareketini başlatmasından sonra, "Rum ve Türk kardeşlerim" diye başlayan şu mesajı göndermişti:
"Kıbrıs mücadelesi doğru ve haklıdır. Haklı istekler, haklı mücadeleler daima kazanılır. Bu mücadelede Türklerin vazifeleri Kıbrıs'taki Rumlarla birleşip Kıbrıs'ı müstemlekecilerin elinden kurtarmaktır. Kıbrıs'ı İngilizlerin hava üssü olarak kullanmalarına engel olabilirlerse, bu, dünya sulhu için büyük bir muvaffakiyet olacaktır. Bu mücadelede muvaffak olunduğu takdirde, Kıbrıs'taki Amerikan üslerine de sed çekilmiş olacaktır...Bütün namuslu ve sulh sever insanlar, ki ben de bunların içindeyim, Kıbrıs'ın hürriyetine kavuşması için elimizden gelen her şeyi yapmamız lazımdır." (Akşam gazetesi, İstanbul, 19 Nisan 1955)

ÖZKER YAŞIN'IN YAZDIKLARI
Özker Yaşın, "Nevzat ve Ben" adlı kitabında (İstanbul, 1997) yer alan ve İstanbul'daki Nevzat Karagil'e gönderdiği 7 Nisan 1955 tarihli bir mektubunda şöyle yazmaktadır:
"Geçenlerde Ledra Caddesinde dolaşırken AKEL'e kayıtlı Türk solcuların lideri durumunda bulunan Derviş Kavazoğlu'na rastladım. Bedevi Pastahanesinde oturup birer baklava yedik ve konuştuk.
(...) Şimdi Kitap konusunu da burada bitirip, Kavazoğlu ile konuşurken öğrendiğim, ilgini çekecek bir haber vereyim. Bu haber Türkiye'de bir bomba gibi patlayabilir, ama sen lütfen etrafa yayma. Sebebi, Nazım Hikmet ile ilgili olması. Bence Nazım Hikmet Türkçeyi en iyi kullanan büyük bir şairdir. Rusya'ya kaçmış olması büyüklüğünü azaltmaz. Kendisine Türkiye'de yaşama hakkı tanınmadığı için kaçmıştır.
Meğerse bizim Kavazoğlu Nazım Hikmet'le mektuplaşıyormuş. Bedevi Pastahanesinde konuşurken çantasından Nazım Hikmet'in kendisine gönderdiği iki mektubu çıkarıp bana gösterdi. Mektupları okudum ve canım sıkıldı.
Yazık ki Nazım, buradaki Türk emekçilerini Kıbrıs meselesinde Rumlar ile işbirliği yapmaya davet ediyordu. Kıbrıslı Türklerin Türkiye'deki faşist yönetime inanmamalarını, çünkü Adnan Menderes Hükümetinin vatanımızı Amerikalılara sattığını iddia ederek veryansın ediyor... Bunları içten mi, yoksa mecburiyetten mi yazdığını doğrusu pek anlıyamadım... Nazım Hikmet'in Derviş Kavazoğlu'na gönderdiği mektuplarda önemli bulduğum bölümleri not ettim. Bunları özetle sana aktarıyorum.
Birinci mektubunda:
"Türkiye'de çıkan gazetelerin büyük çoğunluğunun Amerikan emperyalizminin aleti olduğunu, Amerika'dan para alıp Amerikan propagandası yaptıklarını ve bu gazetelerde Kıbrıslı Rumlar için yazılanların doğru olmadığını açıklayarak şu önerilerde bulunuyor:
1- Siz de Kıbrıs'ın sömürge idaresinden kurtulması için çalışınız. Kıbrıs'ta yaşayan insanlara kendi kendilerini idare etmek hakkı tanınmalıdır. Kıbrıs'ı emperyalistlere üs olmaktan kurtarmak için çalışan Rum emekçileri ile çatışmayıp birleşiniz. Aynı amaç uğrunda ve aynı safta savaşınız.
2- Halen insanlık düşmanlarının elinde bulunan ve suçsuz insanların üzerine ölüm yağdıracak büyük bir savaş gemisi haline sokulmaya çalışılan Kıbrıs Adasının bir dostluk ve barış gemisi olmasına çalışınız. Bu, ancak Yunanlı emekçiler ile işbirliği yapmanızla mümkündür. Böyle hareket ederseniz Türkiye'deki faşistlerin ezmeye çalıştığı emekçi kardeşlerinize de yardımcı olabilirsiniz..."
Gördüğün gibi Nazım Hikmet, Kavazoğlu'na yazdığı ilk mektubunda açıkça "Enosis'i destekleyin" diye yazmasa bile bunu dolaylı şekilde telkin ettiği görülüyor. Biz Kıbrıslı Türkler için Kıbrıs'ta yaşayanlara Self Determination hakkının verilmesi ile, Enosis arasında ne fark var? Rumlar sayıca çoğunlukta oldukları için "kendi kaderini tayin etme" oylamasının hemen ardından Kıbrısın Yunanistana ilhakı gerçekleşmeyecek mi?
Nazım Hikmet'in Kavazoğlu'na ikinci mektubu ise, daha cüretkâr ve daha kötü. Kıbrıs'taki gerçek durumdan habersiz olan Nazım, bu kez açık açık "Enosis'i destekleyiniz" diyerek şöyle saçmalıyor:
"...Kıbrıs'ın anası Yunanistan ile birleşmesini engellemeyiniz. Böylece Kıbrıs savaş kundakçılarının zırhlısı haline gelmekten kurtulacaktır. İşte o zaman Ada üzerinde yaşayan Türk ve Yunan Kıbrıslılar mutlu olacaklardır..." (s.794-795)

NAZIM HİKMET'TEN KIBRIS TÜRKLERİNE MESAJ
Halkın Sesi gazetesinin 1 Kasım 1955 tarihli nüshasında şöyle denmekteydi:
"Solcu Aneksartitos gazetesi, Varşovada yapılan Beşinci Dünya Gençlik Festivalinde Nazım Hikmet ile buluşan Mihail Olimpos'un bu "büyük Türk şairi" ile yaptığı mülakatı anlatan makalesini neşretmektedir. Olimpos, Nazım Hikmet'e Kıbrıslı bir Türk muharriri tarafından yazılmış bir kitap verince, Nazım Hikmet çok sevinmiş ve demiştir ki: "Kıbrıs Türk aydınlarına söyle, daima yazsınlar. Yalnız yazarken halkı unutmasınlar."
Nazım Hikmet, Kıbrıs'taki Türk ve Rum cemaatları arasındaki bağları kuvvetlendirmeğe yardım için elinden gelen her şeyi yapmağa hazır olduğunu söylemiş ve Kıbrıs halkına şu mesajı göndermiştir:
"Kıbrıs hürriyeti için Türk ve Rum cemaatının yaptığı mücadele Kıbrıs halkının saadeti ile dünya sulhu uğruna girilen müşterek bir mücadeledir."

NAZIM HİKMET'İN KIBRIS HALKINA MESAJI
Halkın Sesi gazetesi, 11 Eylül 1958 tarihli nüshasında şu habere yer vermekteydi:
"Dünkü solcu Haravgi gazetesi, Nazım Hikmet'in Kıbrıs halkına bir mesajını neşretmektedir! Bu mesajında Kıbrıs halkına "Rumlar, Türkler, Kıbrıslı kardeşlerim ve kızkardeşlerim" diye hitabeden Nazım Hikmet, Rumlarla Türkleri, "müstemlekeciliğin Kıbrıs'taki son izlerini de silmek için beraberce mücadele etmeğe" davet etmekte ve şöyle demektedir:
"Adanızı bir cennet veya bir cehennem haline getirmek sizin elinizdedir. Ben, Yunanistan ve Türkiye'yi sevdiğim kadar sizin adanızı da seviyorum. Sizin adanız, Yunan ve Türk milletleri arasındaki dostluk bağlarını kuvvetlendiren bir halka olmalıdır." (Derleme)

Kıbrıs'ta Sosyalist Gerçek, Sayı 70 ve Sayı 71, 2003