KIBRIS CUMHURİYETİ'NDE VE LEFKOŞA BELEDİYESİ'NDE KRİZ

Pazar, 31 Mart 2013

KIBRIS CUMHURİYETİ'NDE VE LEFKOŞA BELEDİYESİ'NDE KRİZ

Lefkoşa'nın kuzeyindeki krizi çözmeye çalışırken, güneydeki yurttaşlarımız da ülke çapında bir krizle uğraşıyorlar. Adanın her iki yanında sürmekte olan bu sorunların kaynağı aynıdır. Sorunların kaynağını incelediğimiz zaman, ada halkı olarak aynı kaderi paylaştığımızı görüyoruz. Güneydeki krize kısaca bir göz atacak olursak karşımıza çıkan manzara şudur:

KIBRIS CUMHRRİYETİNDE KRİZ

Kıbrıs Cumhuriyetinde finans sektörü, yani bankacılık ve para ticaretinin binbir türü -sigortacılık, hisse senedi alıp satmak, borç vererek para işletmek- parasal büyüklük açısından ülkenin en önemli iş dalı haline geldi.

Bunda SSCB'nin 1990'daki çöküşünden önceki on yılda Avrupalı ve Amerikaları iş adamlarının Doğru Avrupa ve SSCB'yle yaptıkları karanlık işlerde Kıbrıs'ı ara bölge olarak, geçiş yeri olarak kullanmaları, 1990 yıkımı sonrasında da SSCB ve Doğru Avrupa halklarının servetlerini bu Avrupalı ve Amerikalı iş adamlarıyla el ele soymaya girişmiş olan yerel gangsterler şebekelerinin soygun paralarını bu ülkelerden kaçırmak için Kıbrıs'ı üs olarak kullanması yatmaktadır.

Son dönemde Kıbrıs bankaları fazla hızlı bir şekilde büyüdüler. Kıbrıs Cumhuriyeti'nin yıllık milli geliri 20 milyar Euro civarındadır. Bankaların toplam servetleri, ki bu onların verdikleri borç miktarını da kapsar, bu yıllık gelirin neredeyse sekiz buçuk mislidir. Yanlış duymuyorsunuz. Bütün Guney Kıbrıs halkı 8.5 sene çalısırsa ancak bütün bankaların toplam servetleri kadar servet üretebilir. Bu bankalardan en büyük üç tanesinin serveti ise Kıbrıs Cumhuriyeti'nin yıllık milli gelirinin beş katıdır. Sadece üç banka tüm güney Kıbrıslıların 5 senede ürettiği servete sahip durumdadır.

Komşuda pişer bize de düşer mantığıyla bakarsak işlerin iyi gidiyor olması gerekiyordu. Ama kapitalist sistem öylesine mantık dışı bir sistemdir ki, işler iyi giderken bile kriz devrededir. Çünkü kapitalizm, vatandaşa yedirmek yerine hep kendi cebine atmak isteyenlerin, herşeyi ve her zaman daha fazlasını hep kendi mülkü olarak biriktirmek isteyenlerin yönettiği ve planladığı bir sistemdir. Halkın sıkıntı ve kaygıları kapitalistler için önemli değildir! Varsa yoksa kendi karları!

İşte tüm Kıbrıslıların 8.5 yılda ancak üretebileceği servete el koymuş durumda olan bu bankalar Avrupa Birliği'nde iş yaparken Yunanistan devlet tahvillerinden satın almışlar. Toplam 5 milyar Euro buna harcamışlar. Bir 35 milyar Euro'yu da Yunanistan'daki özel şirketlere borç vermişler! Yani Kıbrıs bankaları Kıbrıs'ın yıllık milli gelirinin iki katını Yunanistan'da borç olarak dağıtmışlar. Sadece Yunanistan'da Kıbrıs Cumhuriyeti'nin yıllık gelirinin iki katı borç vermişler. Yunanistan batınca da bu borçlar da ya battı, ya da 'traşlandı'. Yani bankalar kardan zarara geçiverdiler.

Güney Kıbrıs'taki üç büyük bankadan biri de Hellenik Bank'tır. Bu bankanın en büyük hissedarı ise Kilise'dir! Bilin bakalım Kilise ne diyor? “Vatanımız için canımız sağ olsun. Bankalarımızı kurtarmak için gerekirse tüm malımızı 'ipotek' edeceğiz” diyor. Hemde yabancılara muhtaç kalmamak için bunu yapacaklarmış!

Bizim deneyimlerimiz ise zenginlere ve zenginlerin örgutlerine asla inanamayacağımızı gösteriyor! Kilise de bunlardan biri!

Şu anda Kıbrıs Cumhuriyeti 17 milyar Euro borç arıyor. Aradığı borç yıllık milli geliriyle hemen hemen aynı miktardadır.

Ne için arıyor bu borcu?

7 milyarı Euro'yu devletin bütçe açığını kapatmak için, 10 milyar Euro'yu da bankalara vermek için... Aksi halde bankacılık sektörü çökecek. Kıbrıs Cumhuriyeti borç alıyor ki bankalara versin, onlar da afiyetle yesin!

Kıbrıs Cumhurriyeti 17 milyarın hepsini Tyoryka'dan (İMF, AB Borç Kurumu ve AB Merkez Bankası) borç alırsa, bu kurumlara olan borç miktarı yıllık gelirinin yüzde 145'ine yükselecek. Bu da AB açısından kabul edilemiyecek bir miktardır. Bu nedenle 5 milyarın Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından başka yollardan bulunması isteniyor. (Bankalarda birikmiş parlardan traşlama, devlet mülkü olan şirketleri satmak, emeklilik birikimlerini cebe atıp emeklilik maaşlarını düşürmek, sağlık, eğitim, sosyal sigorta vb., harcamalara yapılan paralardan kısmak, şirketlerden alınan vergileri artırmak, önerilen önlemlerin başlıcaları…) . Üstelik tüm bu önlemler alınsa bile borçlar 2020 yılına kadar, o da işler iyi giderse, yıllık milli gelirin yüzde yüzüne veya o kadar iyi gitmezse yüzde yüzyirmisine düşecekmiş.

Yani Kıbrıs, yani Kıbrıs halkı tıpkı, Yunanistan halkı gibi mali olarak tam bir boyunduruk altına alınmış, esir olmuş durumdadır.

Kıbrıs'ın esir alınmasında aktif rol almış ve Kıbrıs'ın esir alınmasını hazırlarken ceplerini şişirmiş olanlar, kiliseler ve büyük iş sahipleri ve bankerler ve onların siyasetçileri şimdi fedakarlık nutukları atmaktadırlar.

17 milyarın 2 milyarını Ruslar üzerinden garantilemişler. 10 milyarını IMF ve AB merkez bankası ve AB'nin mali savunma bütçesi denilen bütçesinden, Borç Kurumundan borç olarak alacaklar. 5 milyar da işte bu traşlama usulü bankada parası olanlardan alınacaktı. Ancak Kıbrıs temsilciler meclisi bunu reddettiği için simdi bu parayı toparlamak için yeni yöntemlere başvurdular. 100 bin Euro'nun üzerinde parası olanların paraları traşlanacak, ancak ileriki günlerde uygulanacak kemer sıkma politikası ile çalışanların ceplerine saldıracaklar. Hellenik Bank’ın sahibi olan Kilise vatanın bankalarını kurtarmak için, vatanı kurtarmak için devletin borç alımı işinde 'mallarını' fedarkarca borç garantisi olarak kullandıracakmış. Bankayı öz varlıklarıyla beraber devlete vermek akıllarının ucundan bile geçmiyor ama! Hedefleri bankaları kurtarmak! Ne fedakar adamlar! Kanunsuzluğun kesin yayıcısı bunlardırlar, dünyanın dört bir yanında kanun tanımazları, barbarlığın dik alasını teşvik edenler bunlardırlar.

Mülkiyet konusunda da böyledirler.

Bir yandan özel mülkiyetin insanlık hakkı olduğunu ilan ederler, öbür yandan bu hakkı şirketlerin özel mülkiyet hakkı halinde yorumlarlar. Vatandaşın mülkiyet hakkını korumak için şirketlere el koymaya kalkarsan işte şirketlerin insanlık hakkını çiğniyorsunuz diye insan haklarını korumak için saldıracaklar. Halbuki küçük ve orta mülkiyetin yağmasını bizzat kendileri hazırlamaktadırlar. Ve buna itiraz kabullenmiyorlar.

Örneğin, İngiltere'de ve Amerika'da para makinalarını kurdular ve İngiltere'de 500 milyar Sterlin, Amerika'da 1 trilyon Dolar para bastılar. Afrika'da insanların açlığına son vermek için 20 milyar dolar bulamayan adamların bastıkları para miktarına iyice bakınız. İnsan olan, “Afrikada'ki açlara para topluyoruz” diyen bu ülkelerin sözde vakıflarına, bunlarla birlikte iş yapan ülkelerin sözde vakıflarına inanabilir mi?

Bu paraların basılması ne anlama geldi?

Bu paraların basılması kendi ülkelerinde birikmiş parası olan orta kesimin soyulması anlamına geldi, çünkü bu paralar karşılıksız paralar, bunların altın karşılığı yok, bunların hiçbir mal karşılığı yok, yani para basıldıkça bankalardaki birikmiş paraların değeri düştü. Yani bankada parası olan herkesin parasının bir kısmına el konuldu. Ve bazıları bankalarda çok parası olanların parasına da el konulduğunu düşünebilir. O zaman yanılır. Cünkü bu basılan paralar, işte o zenginlere gitti. Afrika'da açlıktan çeken insanlara değil!

Bunu ikinci anlamı esas olarak Amerikan doları fakat aynı zamanda daha az da olsa İngiliz Sterlini de enternasyonal para olduğu için, tüm dünyada, merkez bankalarında Dolar ve Sterlin tutmakta olan ülkeler de soyuldu.

Hani özel mülkiyete saygılıydılar? Hani özel mülkiyet insanlık hakkıydı?

Bunlar halka karşı sahtekardırlar. Mali oligarşi herkesi kullanır. Orta tabaka bunu anlamalıdır vede mali oligarşinin yönetimi şartlarında yaşamak ve gelişmek sevdasından vaz geçmelidir. Biz komünistler orta kesime, bugünkü yaşamlarının en az iki misli daha iyi bir yaşamı kısa zamanda verebileceğimizi iddia ediyoruz. Biz komünistler orta kesime barış içinde bir yaşam ve herşeyin insanca yapıldığı bir yaşam vaat ediyoruz. Orta kesimler mali oligarşinin iktidarı şartlarında paralarını korumak, yaşam standartlarını korumak sevdasından vaz geçmelidir. Komünistlerle ele ele verip, mali oligarşinin iktidarına ve ekonomik yapılanmasına son verip doğrudan demokratik bir düzenin kurulmasına katkıda bulunmalı, mali oligarşinin kendilerine sundukları birkaç kırıntı ile yetinmeyip, tüm insanlıkla birlikte, tüm insanlıkla ele ele herşeyin doğrudan halkın kontrolü altına alınmasına katkı koymalıdırlar. Bizim orta kesime önerimiz budur.

Mali oligarşi aşırı gericilik dönemindedir. Onların iktidarına son vermezsek tüm insanlığın, bu arada orta kesimin de geleceği barbarlıktan başka bir şey olamayacaktır.

Para basmak yanında bankalarda tutulan paralara aşırı düşük faizler vermek, bu arada verilen fazilerin miktarının yıllık enflasyon oranının altında olması ve böylece bankalarda tutulan paraların değer kaybetmesi; ve her geçen gün faizleri düşürürken enflasyonu artırmak planları, tüm bunlar orta kesimleri soyma planlarıdır.

Kıbrıs Cumhuriyeti'nde yapılan bankalardaki halkın parasından faiz alma siyaseti de bu tür siyasetlerden biridir. Kıbrıs'ta diğer yerlerden farklı olarak bankalarda Sovyet ve Doğu Avrupa halklarından çalınmış paralarla zengin olmuş hırsızların paralarından da faiz alınması öngörülmektedir. Yani Avrupalı hırsızlar Rus hırsızları da soyacak! Mafyalar savaşı da devrede! Ama hak vereceksiniz ki işin bu yönü bizi fazla ilgilendirmemektedir. Onlar sadece biribirlerini yeseler bizim hiçbir sıkıntımız olamazdı. Bizim sıkıntılarımız, onlar birbirlerini yerken esasta bizi tüketiyor olmalarından kaynaklanmaktadır.

İŞÇILER, ORTA TABAKA VE DEMOKRASİ

Mevcut mali krizin başlamasından önceki göreli refah koşullarında pek çok işçi, emekci, proleterlikten (yani hiç mülk sahibi olmama durumundan) mal sahibi olma pozisyonuna doğru adımlar attılar. Ev satın alımı bu yönde bir adımdır. Şu anda ve ilk başta edinmekte oldukları malları kaybetme tehlikesinde olanlar bu işçi ve emekçi kesimleridir. Ancak dikkatinizi çekmek isterim ki, daha mevcut kriz henüz gündemde olmadığı dönemlerde bile işsiz ve yoksul kesim sürekli saldırıya uğramış ve onlara aktarılan sosyal yardımlar kesilmiştir. Bu kesintiler hala devam etmektedir. Gel gelelim Avrupa ülkelerinde ve hatta Kıbrıs Cumhuriyeti'nde bu kesim hala daha azınlıktadır ve seçimlerde aktif değildir. Mal sahibi olma yönünde adımlar atan işci ve emekci kesimler bu krizde büyük bir darbe yemiş olsalar da onlar da daha iyi durumdaki orta kesim gibi mallarını korumak derdi ile sisteme karşı radikal tedbirler karşısında sallantılı olmakta, radikal tedbirlere destek olmak istememekte, idare-i- maslahat yaklaşımıyla belki mülklerini koruyabileceklerini düşünmektedirler; ve tabii ki onlar ve daha iyi durumdaki orta kesim, profosyoneller, iş adamları, böyle düşünmek yönünde sürekli teşvik edilmektedirler. Ancak bu arada mali oligarşi yapacağını yapmakta, kendisinin temel insan hakkı olarak ilan ettiği mülkiyet hakkı konusunda tam bir hırsız gibi davranmaktadır.

Bu hırzıslık oyununda da sistemin böyle yapması geketiği konusunda bir yığın sözde teoriler icat etmekte -daha doğrusu iyi ödenmiş profesyonel yalancılar ve onlarla birlikte olmaktan zevk alan aptallar takımına böyle teorileri icat ettirmek ve yaymak konusunda yardımcı olmaktadır. Mali oligarşinin en büyük dayanaklarından birisi fikirsel olarak üstünlük sağlamaktır. Gazeteler, radyolar televizyonlar okullar üniversiteler, kitaplar, flimler şarkılar türküler v.s. devreye konulmakta, şimdilerde buna internet de eklenip sosyal medya alanı da kullanılmakta, ve bir yandan halk kendi içinde bölünürken, diğer yandan halka - orta kesim dahil hepsine yaptıkları kötülükler ve haydutluklar haklılaştırılmaktadır.

LEFKOŞA BELEDİYESİ'NDEKİ SORUNLAR

Kıbrısın kuzeyinde de mali oligarşinin işçi sınıfı ve emekçilere karşı yoğun bir saldırı içerisine girdiği görülmektedir. 1974ten sonra Türkiyenin kuzey Kıbrıs’ta orta sınıf yaratma, besleme ve kendi politikalarına hizmet eder konuma sokma için cömertçe paralar harcadığı göreli refah döneminin geride kaldığını artık herkes görüyor. Artık adanın kuzeyinde yaşayan Türkçe konuşan nüfusu asimile etme ve bölgeyi sömürgeleştirme planlarının açıkça devreye konmasına geçilmiştir. Bir yandan ücretler aşağıya çekilirken, öte yandan sosyal haklar budanmakta, mezarda emeklilik projesi hayata geçirilmekte, ve hepsinden önemlisi emekçilerin örgütlülüğünü dağıtmak ve sendikalarının gücünün kırılması hedeflenmektedir.

Lefkoşa belediyesinde yer alan operasyonun özünde yatan budur. Ankara'nın ve onun Kuzey Kıbrıs'taki büyükelçisinin teşvik ve desteğiyle belediye kadroları şişirilmiş, işçi kadrosu yerine memur kadrosu yasadışı bir şekilde genişletilmiş, ve bu yapılırken, temizlik gibi elzem hizmetlerin yürütülmesi taşeronlara devredilmiştir. Hepinizin de çok iyi bildiği bu sürecin sonunda belediye iflas ettirilmiştir.

Bu operasyonun hedefi belediye çalışanlarının örgütlülüğünü kırmak, sendikayı çökertmek, ve hizmetleri tamamen özelleştirerek, çalışanların kazanılmış haklarını budamak, maaşları aşağı çekmek ve ülke çapında başlatılmış olan yoksullaştırma ve köleleştirme operasyonlarını ileri götürmektir.

Bu nedenle, mali oligarşi ile işbirliği içinde olan partilerin hiçbiri Lefkoşa belediyesinin sorunlarına çözüm getiremez. Bu partiler halen mecliste temsil edilen düzen partileridir. Bugün bu partilere iş, makam, para ve çeşitli menfaatlar uğruna oy veren tüm orta sınıf ve emekçi kesimler bilmelidir ki bu partilere oy vermekle aslında kendi oturdukları dalı kesmektedirler.

İşbirlikçi düzen partilerinin kontrolündeki bir Lefkoşa belediyesini ne 90 milyonluk Ziraat Bankası kurtarabilir, ne de diğer projeler. Özellikle bir partinin Türkiye'den getirilecek su ile Lefkoşa'yı bol suya kavuşturacağı söylemine dikkatinizi çekeriz. Bu çok önemlidir. Herkes bilmektedir ki bu özel girişimciler üzerinden ve Kıbrıs için çok ağır koşullar içeren bir anlaşma ile Kıbrıs'a getirilecektir. Bu suyun dağıtımı ve ücretlendirilmesi özel şirketin giderlerini karşılayacak maliyetlerle değil, bu maliyetlerin üzerine eklenecek tekel karları ile satılacaktır. Belediye seçimlerinde bu suyun malzeme konusu yapılması bile halkımıza işbirlikçi partilerin yönetimindeki Lefkoşa belediyesinin nasıl bir yapıya kavuşturulacağının ipuçlarını vermektedir. Bunlar belediye hizmetlerini tamamen özelleştireceklerdir. Lefkoşa'nın su şebekesini Türkiye'den gelen suya bağlamak demek su işlerini özelleştirmek ve su gibi yaşam için en elzem bir konuda halkımızı mali oligarşinin insafına terketmek demektir.

Düzen partilerinin vaadlerinin ardında yatan gerçek budur. Bu partiler, hizmetleri özelleştirecek, işçileri durduracak ve onları, sosyal hak ve menfaatlerden yoksun olarak ve düşük ücretlerle taşeron şirketlerin kölesi yapmayı planlamaktadırlar. Onlar bu sayede belediyede, ve tüm ülke belediyelerinde örgütlü sendikaları da zayıflatmayı ve dağıtmayı planlamaktadırlar.

Bizler, işçi, emekçi ve orta sınıflara ait kimseler onlara bu planları boşa çıkartmak için çaba göstermeliyiz. KSP mücadelesi halkımızın işine, suyuna ve aşına, sosyal haklarına ve örgütlülüğüne karşı girişilen bu saldırıları boşa çıkarabilmemiz içindir. Bu mücadelenin başarılması emekçi kitlelerimizin söylenenlere kulak vermeleri, uyanık davranmaları ve ellerini bizimle beraber taşın altına koymalarıyla mümkündür. Aksi takdirde mali oligarşinin saldırılarını durdurmamız ve onu yenmemiz çok güçleşecektir.

Mali oligarşinin saldırılarına son vermek, haklarımızı koruyabilmek ve geliştirebilmek için bizler doğrudan demokrasi fikrimizde ısrarlı olacağız. Düzenin bozuk düzen olduğu, barbar bir düzen olduğunu bıkmadan anlatacağız. Bizim doğrudan demokratik bir siyasi yapılanma üzerinden, doğrudan demokrasinin taleplerine, yani tüm halkın taleplerine uyan bir ekonomi inşa ederek, teknolojinin tüm imkanlarını halkın yönetimine vererek, bu imkanı kullanan bir ekonomi ile, yani halkın kontrolü altında olan bir ekonomiyle, doğrudan demokratik olarak alınan kararlarla yönetilen bir ekonomiyle, herkes için barış ve bolluğu elde edeceğimizi ve insanlığa bunu sunduğumuzu ısrarla vurguluyoruz. İnsanlık mali oligarşinin barbarlığıyla, doğrudan demokrasinin aydınlığı arsında seçim yapmak zorunda olduğunu görecektir.

Bizler, Kıbrıs'ın işci ve emekcileri, Kıbrıs'ta bazı kesimler için sunulan göreceli bolluk ekonomisinin sona erdiğini ve adanın her iki yanında, Yunanistan halkı ve Bazı Avrupa ülkelerinin halkları gibi mali oligarşinin ciddi bir saldırısıyla karşı karşıya olduğumuzu görmeli ve doğrudan demokratik bir sistem için daha bugünden iş başı yapmalıyız. Batan, iflas eden biz emekçiler değil, mali oligarşinin, Amerikalı ve Avrupalı mali oligarşinin ve onların Kıbrıs'taki küçük türlerinin sistemi olmalıdır. Kıbrıs halkı kendi içinde kavgaya değil bu mali oligarşilere karşı hep birlikte mücadeleye yönelmeli ve doğrudan demokratik yöntemlerle bunu becermelidir.

7 Nisan'daki yerel ara seçim emekçi halkımız için bu mücadelenin baslangıç adımı olma fırsatını sunmaktadır.

7 Nisan'da işbirlikçi düzen partilerine değil, başta KSP olmak üzere, mali oligarşiye karşı mücadele eden halkın partilerine, kendi partilerine oy vermek suretiyle, yeni ve demokratik bir Kıbrıs, vede demokratik bir dünya mücadelesinde barbarlığa karşı durmaya hazır olduğunu göstermek işçilerin, emekçilerin, halıkımızın elindedir.

Kahrolsun hırsızlar ve gangsterler! Kahrolsun mali oligarşi! Yaşasın Kıbrıs'ın proleterleri ve halkı! Yaşasın Doğrudan Demokrasi!