I.Devrim Patlak Verdiği Sırada Almanya

AVRUPA kıtasındaki devrimci dramın birinci perdesi bitti. 1848 fırtınasından önceki “dünkü güçler”, yeniden “günün güçleri” durumuna geldi ve az çok tanınmış bir günlük beyler, geçici yönetmenler, triomviralar, diktatörler, temsilci bilelikleri ile sivil ve askerî komiserler, valiler, yargıçlar, generaller, subaylar ve askerler ile birlikte, oralarda in partibus infidelium2 yeni hükümetler, Avrupa komiteleri,3 merkez komiteleri, ulusal komiteler kurmak ve kuruluşlarını daha az düşsel herhangi bir saltık hükümdarın bildirgeleri kadar gösterişli bildirgelerle haber vermek için İngiltere’ye, Amerika’ya, yabancı kıyılara atıldılar ve “denizler ötesine taşındılar”.

Kıtadaki devrimci parti, ya da daha doğrusu devrimci [sayfa 11] partiler tarafından savaş hattının bütün noktaları üzerinde uğranılan bozgundan daha göze çarpıcı bir bozgun güç tasarlanabilir. Ama bu ne anlama gelir? Britanya burjuvazisinin siyasal ve toplumsal üstünlük için mücadelesi 48, Fransız burjuvazisininki 40 benzersiz savaşım yılını kapsamadı mı?4 Ve onların zaferi, tam da yeniden canlandırılmış krallık her zamandan daha sağlam olduğuna inandığı anda, her zamandan daha yakın olmadı mı? Boş inanın, devrimleri bir avuç ajitatörün hınzırlığına bağladığı zamanlar geçti ve iyice geride kaldı. Her türlü devrimci kargaşalığın arkasında, günü geçmiş kurumların karşılanmasını engelledikleri bir gereksinmenin bulunduğunu şimdi herkes biliyor. Bu gereksinmenin kendini, henüz hemen bir başarı sağlayacak kadar derin, o kadar genel bir biçimde duyurmaması olanaklı; ama bu gereksinmeyi her zorla bastırma girişimi onu, engellerini parçalayıncaya kadar, daha da belirgin bir duruma getirmekten başka bir sonuç vermeyecektir. Eğer yenilmişsek, yapmamız gereken tek şey, baştan başlamaktır. Ve bereket versin, hareketin birinci perdesinin sonu ile ikinci perdesinin başlaması arasında verilen, kuşkusuz çok kısa süreli dinlenme zamanı, bize çok yararlı bir çalışma yapma zamanı bırakıyor: Son patlamayı ve bunun bozguna uğramasını kaçınılmaz kılan nedenlerin, önderlerden bazılarının rasgele çabaları, yetenekleri, kusurları, yanılgı ya da ihanetleri içinde değil ama genel toplumsal durum ve allak bullak olan ulusların her birinin varlık koşulları içinde aranması gereken nedenlerin irdelenmesi. Birdenbire patlak veren 1848 Şubat ve Mart hareketlerinin5 tek tek bireylerin işi değil, az çok açık bir biçimde anlaşılmış, ama tüm ülkelerdeki birçok sınıf tarafından çok farklı bir biçimde duyulmuş ulusal zorunluluk ve gereksinmelerin kendiliğinden, karşı-konmaz gösterileri oldukları genellikle kabul edilen bir olgu; nedir ki, karşı-devrimin başarı nedenlerini aradığımız zaman, her yerden filanca bay ya da falanca yurttaşın halka “ihanet” ettiği hazır yanıtını alırsınız. Bu yanıt, duruma göre, doğru ya da yanlış olabilir; ama hiçbir durumda hiçbir şeyi açıklamaz ve “halk”in nasıl olup da kendisine böyle ihanet ettirdiğinin anlaşılmasını bile sağlamaz. Ve tüm ağırlık olarak, sadece [sayfa 12] şu ya da bu yurttaşın güvene değer olmadığının bilgisinden başka bir şeyi bulunmayan bir siyasal partinin geleceği ne kadar içler acısıdır!

Üstüne üstlük, devrimci kargaşalığın olduğu kadar, bunun bastırılma nedenlerinin de incelenme ve açıklanması, tarihsel bakımdan çok büyük bir önem taşır. Devrimi batmış bulunduğu kayalıkların içine sürükleyenin Marrast, Ledru-Rollin, Louis Blanc, ya da geçici hükümetin bir başka üyesi veya bir arada hepsi olduğu yolundaki bütün o bayağı ve kişisel tartışma ve karşılıklı suçlamalar, bütün o çelişik savlar, olup bitenlerin herhangi bir ayrıntısını ayırdedebilmek için, bütün bu çeşitli hareketleri çok uzaktan gözlemleyen Amerikalıya ya da İngilize ne yarar sağlayabilir, nasıl bir açıklık getirebilirler? Çoğu iyilik yapmak için olduğu kadar kötülük yapmak için de pek yetenekli olmayan onbir adamın,6 36 milyonluk bir ulusu, bu 36 milyonun hepsi de onbirler kadar şaşırmış olmadıkça, üç ay içinde yıkıma uğratabildiğine, sağduyulu hiçbir insan, hiçbir zaman inanmayacaktır. Ama bir bölümü karanlık içinde el yordamıyla ilerlese de, nasıl olup da 36 milyon insan birdenbire izlenecek yolu kararlaştırmaya çağrıldı ve o zaman nasıl oldu da yanlış yola saptı ve nasıl oldu da eski önderlerinin yönetimi geçici olarak almalarına izin verildi, işte asıl sorun bu. Öyleyse, her ne kadar Tribune okurlarına bir yandan 1848 Alman devrimini zorunlu kılarken, öte yandan bu devrimin 1849 ve 1850’deki kaçınılmaz geçici bastırılmasına da götüren nedenleri açıklamaya çalışıyorsak da, olayların bu ülkede oluştukları biçimde tam bir betimlemesini yapmamız bizden beklenmemeli. Görünüşte beklenmedik, tutarsız ve bağdaşmaz bir nitelik taşıyan bu olgular kümesinin tarihe hangi ölçüde gireceğini, gelecekteki olaylar ve gelecek kuşakların yargısı kararlaştıracak. Böyle bir iş için zaman daha gelmedi; olanaklının sınırları içinde kalmamız ve eğer bu hareketin başlıca olayları ve kesin dönemeçlerini açıklamasını ve belki de pek uzak olmayan gelecek patlamanın Alman halkına vereceği yöne ilişkin bir bilgi edinmek için söz-götürmez olaylara dayanan akla-uygun nedenler bulmasını becerebilirsek, kendimizi başarılı saymamız gerek. [sayfa 13]

Ve ilkin, devrim patlak verdiği sırada Almanya’nın durumu neydi?

Çeşitli halk sınıflarının, her türlü siyasal organizmanın temelini oluşturan bileşimi, Almanya’da bütün öbür ülkelerde olduğundan daha karmaşık idi. İngiltere’de ve Fransa’da feodalizm, ya tamamen yok edildiği, ya da bu ülkelerin birincisinde olduğu gibi büyük kentlerde ve özellikle başkentte toplanmış zengin ve güçlü bir burjuvazi tarafından bazı anlamsız biçimlere indirgendiği halde, Almanya’daki feodal soyluluk, eski ayrıcalıklarından, büyük bir bölümünü korumuştu. Feodal toprak mülkiyeti sistemi hemen her yerde egemendi. Toprak beyleri, kendilerine bağımlı köylüler (tenancier) üzerindeki yargılama haklarını bile devam ettiriyorlardı. Siyasal ayrıcalıklarından, prensler üzerindeki denetleme hakkından yoksun bırakıldıkları halde, vergi bağışıklıklarını olduğu gibi, yurtluklarında yaşayan köylülük üzerindeki ortaçağ egemenlik haklarının da hemen hepsini korumuşlardı. Feodalizm bazı bölgelerde öbür bölgelerdekinden daha parlak bir durumdaydı ama Ren’in sol kıyısı dışında hiçbir yerde tamamen ortadan kalkmamıştı. O sıralarda çok kalabalık ve bazan çok da zengin olan bir feodal soyluluk, resmen ülkenin birinci “zümre”si (état) sayılıyordu. Yüksek devlet memurlarını bu zümre sağlıyor, ordudaki subaylık görevlerini hemen tamamen bu zümre elde tutuyordu.

Almanya burjuvazisi, Fransa ya da İngiltere burjuvazisi kadar zengin ve yoğunlaşmış olmaktan uzaktı. Almanya’nın eski yapım evleri (manüfaktürler), buharın girişi ve İngiliz sanayiinin hızlı bir yayılma durumundaki üstünlüğü nedeniyle yıkıma uğramışlardı; Napoléon’un kıta abluka sistemi7 altında oluşmuş ve ülkenin öbür bölümlerinde de kurulmuş daha modern sanayiler, eskilerin kaybını ödünlemiyor ve sanayi için, soyluluğunkinden başka her türlü zenginlik ve güç toplanması karşısında kıskanç hükümetleri, kendi gereksinmelerini gözönünde tutmaya zorlayacak bir ilgi uyandırmaya yetiniyorlardı. Fransa kendi ipek sanayiini, elli devrim ve savaş yılından zaferle geçirdiği halde Almanya, aynı zaman süresi içinde eski bez sanayiini hemen hemen yitiriyordu. [sayfa 14] Ayrıca sanayi bölgeleri az sayıda dağınık ve ülkenin tamamen içlerinde kurulmuş idiler ve ihracat ve ithalat için, tercihan Hollanda ya da Belçika limanları gibi yabancı limanlardan yararlandıklarından, Baltık ve Kuzey denizindeki büyük limanlar ile de ya hiç, ya da çok az ortaklaşa çıkarlara sahip bulunuyorlardı; ama özellikle, Paris ve Lyon, Londra ve Manchester gibi büyük sanayi ve tecim merkezleri yaratmada yeteneksiz idiler. Alman sanayiinin bu geri durumunun birçok nedeni vardı, ama ikisi bu durumu açıklamaya yeter: Dünya ticaretinin ana yolu durumuna gelmiş olan Atlantik’ten uzakta bulunan ülkenin elverişsiz coğrafi durumu ile Almanya’nın 16. yüzyıldan günümüze kadar girdiği ve toprakları üzerinde verilen sürekli savaşlar. Sayısal güçsüzlüğü ve hele yoğunluk eksikliği Alman burjuvazisini, İngiliz burjuvazisinin 1688’den beri sahip bulunduğu ve Fransız burjuvazisinin 1789’da fethettiği o siyasal üstünlüğü elde etmekten alıkoydular. Ama gene de 1815’ten bu yana8; Alman burjuvazisinin zenginliği ve zenginlik ile birlikte siyasal etkinliği de durmadan artıyordu. Hükümetler, istemeye istemeye de olsa, hiç değilse onun en ivedi maddi çıkarları önünde eğilme zorunda kaldılar. Hatta haklı olarak denilebilir ki, 1815-1830 ve 1832-1840 arasında, ikincil devletlerin anayasalarında burjuvaziye verilmiş her siyasal etkinlik parçası, bu iki siyasal gericilik dönemi içinde ondan geri alınmış ve bu etkinliğin her parçası daha elle tutulur bir çıkar ödünü ile ödünlenmiştir. Burjuvazinin her siyasal yenilgisi, terimsel hukuk alanında bir zafer sonucu vermiştir. Ve kuşkusuz 1818 Prusya koruyucu gümrük tarifesi ile Zollverein’in9 (gümrük birliği) kurulması, Almanya tecimen ve sanayicileri bakımından, küçücük bir dukalığın meclisinde, onların oyları ile gırgır geçen bakanlara güvensizliklerini bildirme ikircil hakkından daha büyük bir değer taşıyordu. Zenginliğinin artışı ve teciminin genişlemesi ile burjuvazi çok geçmeden, en önemli çıkarlarının gelişmesinin, ülkenin siyasal yapısı tarafından, onun çelişik eğilim ve kaprislere sahip 36 prens10 arasındaki keyfî bölünüşü tarafından, tarımı ve tarıma bağlı sanayileri engelleyen feodal zincirler tarafından, bilgisiz olduğu kadar büyüklük de taslayan bir bürokrasinin tüm [sayfa 15] tecimsel işlemleri üzerinde uyguladığı sıkıcı gözetim tarafından önlendiğini gördüğü bir evreye girdi. Aynı zamanda Zollverein’in genişlemesi ve pekişmesi, buharın ulaştırma araçlarında genel bir uygulama alanı bulması, iç pazar üzerindeki artan rekabet, çeşitli devlet ve eyaletlerin tecimsel sınıflarını birbirine yaklaştırıyor, çıkarlarını birleştiriyor ve güçlerini merkezleştiriyordu. Doğal sonuç, bütün halinde liberal muhalefet kampına geçmeleri ve Alman burjuvazisinin, siyasal iktidar için ilk ciddi savaşımının kazanılması oldu. Prusya burjuvazisinin, Almanya’da burjuva hareketin yönetimini eline aldığı tarih olan 1840,11 bu değişikliğin tarihi olarak saptanabilir. Bu 1840-1847 liberal muhalefet hareketine gene döneceğiz.

Ulusun ne soyluluk, ne de burjuvazi içinde yer alan büyük yığını, kentlerde küçük-burjuvalar sınıfı ile işçilerden, köylerde de köylülerden bileşiyordu.

Bu ülkede büyük kapitalistler ve sanayiciler sınıfının gelişmesi karşısına konulan engeller sonucu, Almanya’da küçük esnaf ve dükkancılar sınıfı son derece kalabalıktır. Büyük kentlerde nüfusun çoğunluğunu hemen hemen bu sınıf oluşturur; küçük kentlerde, daha etkin ya da daha zengin rakiplerin yokluğu nedeniyle, bu sınıf kesenkes ağır basar. Tüm modern devletlerde ve tüm modern devrimlerde çok büyük bir önem taşıyan küçük-burjuvazi, son savaşımlar içinde hemen her zaman kesin bir rol oynamış bulunduğu Almanya’da özellikle önemlidir. Büyük kapitalistler, tecimen ve sanayiciler sınıfı, yani burjuvazi ile proleter ya da çalışan sınıf arasındaki aracı konumu, onun ayırdedici niteliğini belirler. Burjuvazinin konumunu özler ama en küçük bir talih tersliği, bu sınıf bireylerini proletarya saflarına düşürür. Monarşik ve feodal ülkelerde küçük-burjuvazi, var olabilmek için saray ve aristokrasi satınalıcılar topluluğuna gereksinme duyar; bu satınalıcılar topluluğunun yitirilmesi onu büyük ölçüde yıkıma uğratır. O kadar büyük olmayan kentlerde, bir askerî garnizon, kantonal bir hükümet, bileliği (maiyeti) ile birlikte bir yargılama mahkemesi, çoğu kez bu küçük-burjuvalar gönencinin temelini oluşturur: Bu kurumları yok edin, dükkancılar, terziler, kunduracılar, [sayfa 16] marangozlar vb. hapı yutar. En zengin sınıfın saflarına yükselme umudu ile proleter, hatta yoksul sınıf durumuna düşme korkusu arasında bu biçimde durmadan çalkalanan, siyasal işlerin yönetiminde bir pay alarak, çıkarlarına öncelik kazandırma umudu ile sırasız bir muhalefet yüzünden, en iyi müşterilerini elinden alma gücüne sahip bulunduğuna göre, varlığını bile elinde tutan bir hükümetin öfkesini uyandırma korkusu arasında bölünmüş, güvensizliği tutarı ile ters orantılı şöyle böyle bir servete sahip bu sınıf, kanılarında son derece sallantılıdır. Güçlü bir feodal ya da monarşik hükümetin yönetimi altında saygılı ve boynu eğik bir durumda bulunan bu sınıf, burjuvazi yükseliş yolundayken liberalizme eğinir; burjuvazi kendi üstünlüğünü sağlar sağlamaz zorlu demokratik nöbetler geçirir; ama altındaki sınıf, proletarya, bağımsız bir harekete girişmeye görsün, gene içler acısı bir yılgınlık içine düşer. Bu sınıfın Almanya’da sırayla bu evrelerin birinden öbürüne nasıl geçtiğini azar azar göreceğiz. Toplumsal ve siyasal gelişmesinde işçi sınıfı, Almanya’da, Alman burjuvazisi o ülkeler burjuvazisinden ne kadar geriyse, İngiltere ve Fransa işçi sınıfından bir o kadar geridir. Böyle efendiye böyle uşak. Kalabalık, sağlam, yoğun ve akıllı bir proleter sınıf için varlık koşullarının evrimi, kalabalık, zengin, yoğun ve güçlü bir burjuva sınıfın varlık koşullarının gelişmesi ile birlikte gider. Burjuvazinin çeşitli bölüntüleri ve hele en ilerici bölüntüsü, büyük sanayiciler, siyasal iktidarı ellerine alıp da devleti gereksinimleri uyarınca dönüştürmeden önce işçi hareketi, hiçbir zaman bağımsız değildir, hiçbir zaman salt proleter bir nitelik taşımaz. İşte ancak o zamandır ki, patronlar ile işçiler arasındaki çatışma eli kulağında bir durum alır ve artık ertelenemez; işçi sınıfı artık aldatıcı umutlar, hiçbir zaman gerçekleşemeyecek vaatlerle kendini oyalatmaz; 19. yüzyılın büyük sorunu, proleterliğin ortadan kaldırılması, açıkça ve gerçek yüzü ile, en sonunda birinci plana geçer. Nedir ki, Almanya’da işçi sınıfının büyük çoğunluğu, Büyük Britanya’nın öylesine görkemli örneklerini verdiği o modern sanayi prensleri tarafından değil, ama tüm üretim sistemi sadece bir ortaçağ kalıntısı olan [sayfa 17] küçük zanaatçılar tarafından çalıştırılıyordu. Ve büyük pamuk prensi ile küçük kundura onarıcısı ya da terzi ustası arasında nasıl çok büyük bir ayrım varsa, modern sanayi Babillerinin öylesine uyanık fabrika işçisi ile küçük bir kırsal kentin, yaşam koşulları ve çalışma biçimi bundan beşyüz yıl önceki lonca kalfalarının yaşam koşulları ve çalışma biçiminden çok az ayrılan çekingen terzi işçisi ya da ince marangoz arasında tıpkı öyle bir ayrım var. Modern yaşama koşullarının, modern sanayi üretim biçimlerinin bu genel yokluğu, modern düşünlerin bir o kadar genel bir yokluğu ile, gereği gibi örtüşmektedir. Bu nedenle devrim patlak verdiği zaman, emekçilerin büyük bir bölümünün, bağıra çağıra, hemen loncaların ve ortaçağın ayrıcalıklı birliklerinin yeni baştan kurulmasını istemiş olmasına şaşmanın yeri yok. Evet, modern üretim sisteminin ağır bastığı sanayi bölgelerinin etkinliği sayesinde ve çok sayıda emekçinin göçebe yaşamına bağlı karşılıklı ilişki ve entelektüel gelişme sonucu, sınıflarının kurtuluşu üzerindeki düşünleri çok açık ve var olan olgular ve tarihsel zorunluluklar ile daha bir uyumlu olan güçlü bir öğeler çekirdeği oluştu. Ama bu, bir azınlıktan başka bir şey değildi. Eğer burjuvazinin etkin hareketi 1840’tan başlatılabilirse, proleter sınıfın etkin hareketi de Silezya ve Bohemya işçilerinin 1844’teki ayaklanmaları12 ile başlar, – ve az sonra bu hareketin çeşitli evrelerini gözden geçirme fırsatını bulacağız.

Son olarak, tarım işçileri bileliği ile birlikte, tüm ulusun büyük çoğunluğunu oluşturan o büyük küçük çiftçiler sınıfı, yani köylülük vardı. Âma bu sınıf kendi içinde farklı katmanlara bölünüyordu. En başta, az çok büyücek çiftliklerin sahibi olan ve her biri çok sayıda tarım işçisi çalıştıran hali vakti yerinde çiftçiler, Almanya’da Gross- und Mittel-Bauern (büyük ve orta köylüler) denilen çiftçiler geliyordu. Bir yanda vergiden bağışık büyük toprak sahipleri ile, öte yanda küçük köylüler ve çiftlik yanaşmaları arasında yer alan bu sınıf için en doğal siyasa, apaçık nedenlerden ötürü, kentlerin anti-feodal burjuvazisi ile bir bağlaşmadan başka bir şey değildi. Sonra feodalizmin, Fransız devriminin güçlü yumrukları altında yenik düştüğü Ren eyaletinde13 ağır basan [sayfa 18] küçük özgür köylüler geliyordu. Vaktiyle topraklarını ağır yükümlülükler altına sokan feodal bağımlılıklardan satınalma yoluyla kurtulabildikleri öteki eyaletlerde de, şurada burada, bu tür özgür ve bağımsız köylüler vardı. Ama bu sınıf toprak mülkleri, genellikle toprağın gerçek sahibi köylü değil, ona borç para veren tefeci olacak derecede ve çok ağır koşullarla ipotek edilmiş bulunduğu için, sadece sözde kalan bir özgür köylüler sınıfı idi. Üçüncü olarak, topraklarından kovulması güç, ama sürekli bir toprak kirası (rant) ödeme, ya da toprak beyine ömür boyu belli tutarda bir iş yapma zorunda bulunan feodal toprak kiracıları (tenanciers féodaux) vardı. Son olarak da durumu, birçok büyük mülkte, İngiltere’deki aynı sınıfın durumuna tıpatıp benzeyen ve her zaman yoksul, yarı-aç yarı-tok ve efendilerinin köleleri olarak yaşayıp ölen tarım işçileri. Tarımsal nüfusun bu son üç sınıfı, küçük özgür köylüler, feodal toprak kiracıları ve tarım işçileri, devrimden önce siyasayla pek ilgilenmezlerdi, ama bu olayın onlara en parlak geleceklerle dolu yeni bir yaşam açması gerektiği de ortada. Bunlardan her birine, devrim yararlar vaadediyordu ve hareket bir kez iyice başladıktan sonra, her birinin nöbet nöbet harekete katılmasını beklemek gerekiyordu. Ama aynı derecede ortada olan ve ayrıca tüm modern ülkeler tarihinden anlaşılan bir başka şey de tarımsal nüfusun, geniş bir alan üzerindeki dağılması ve içinden az buçuk önemli bir bölümü arasında bir anlaşma yaratmanın güçlüğü sonucu, hiçbir zaman başarılı bir bağımsız harekete girişemeyeceğidir; kentlerin daha yoğun, daha uyanık, harekete geçmesi daha kolay halkının, ona bir ilk itiş vermesi gerek.

Son hareketler patlak verdiği sırada, hep bir arada Alman ulusunu oluşturan en önemli sınıfların bu kısa betimlemesi, tutarlılık ve iç birlik yokluğunu olduğu gibi, bu hareketleri nitelendiren açık çelişkileri de büyük ölçüde açıklamaya yetecek. Bu kadar çeşitli, bu kadar karşıt ve böylesine garip bir biçimde iç içe geçen çıkarlar, zorluca çatışacak kadar ileri gittikleri zaman; bu çelişik çıkarlar, her bölgede, her eyalette, çeşitli oranlarda birbirlerine karıştıkları zaman; her şeyin üstünde, ülkede kararlarının ağırlığı ile aynı [sayfa 19] çekişmeyi her yerde her zaman savaşımla yeniden bir sonuca vardırma zorunluluğuna çare bulma yollarına başvurabilecek bir Londra, bir Paris gibi büyük bir merkez olmadığı zaman, savaşımın büyük tutarda kan, enerji ve sermaye harcanacağı ve her şeye karşın hiçbir kesin sonucun elde edilemeyeceği yalıtık ve aralarında hiçbir bağ bulunmayan bir çatışmalar yığınına dönüştüğünü görmeden başka ne beklemeli?

Almanya’nın büyüklü küçüklü üç düzine prenslik halindeki siyasal bölünmüşlüğü de, aynı biçimde, ulusu oluşturan ve yerine göre her bölgede değişen öğelerin karışıklık ve çokluğu ile açıklanır. Ortak çıkarların olmadığı yerde, erek ve eylem birliği de olmaz. Gerçi Germen Konfederasyonu14 sonuna dek bozulmaz olarak ilan edildi, ama konfederasyon ile onun organı olan diyet, Alman birliğini hiçbir zaman temsil etmedi. Merkezleşmenin Almanya’da erişilen en yüksek derecesi, Zollverein’in kuruluşu oldu; bundan ötürü Avusturya, özel gümrük engellerinin arkasında kendini savunmaya devam ederken, Kuzey denizi devletleri, kendi öz gümrük birliklerini kurmaya zorlandılar. Almanya, tüm pratik erekler bakımından otuzaltı bağımsız iktidar arasında bölünmüş olma yerine, sadece üç bağımsız iktidar arasında bölünmüş olma hoşnutluğuna erdi. Elbette Rusya çarının ağır basan etkisi,15 1814’te yerleşmiş olduğu biçimiyle, bundan ötürü hiçbir değişikliğe uğramıyordu.

Öncüllerimizden bu giriş niteliğindeki sonuçları çıkarttıktan sonra, Alman halkının bu çeşitli sınıflarının harekete birbiri ardına nasıl katıldıklarını ve 1848 Fransız devrimi patlak verdiği zaman, hareketin nasıl bir nitelik kazandığını göreceğiz. [sayfa 20]

Londra, Eylül 1851