ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

KIBRIS'TA EMPERYALİZME KARŞI MÜCADELENİN BAZI SORUNLARI

-I- KIBRIS'TA EMPERYALİZM

Türkiye devrimci hareketinde ve buna bağıntılı olarak Kıbrıs devrimci hareketinde (Kıbrıs'lı Türk devrimciler arasında) emperyalizm konusunda yaygın hatalı anlayışlar vardır. Tabii ki bu anlayışlar sadece Türkiye ve Kıbrıs'a özgü değildir. Dünya çapında yaygın olan hatalı anlayışlardır.

Herşeyden önce, emperyalizm kelimesi yabancı bir kelime olduğu için, onun Türkçe anlamı pek idrak edilmiyor. Empire, İmparatorluk demektir. Emperyalizm de imparatorluk inancı. Yani emperyalizm demek yabancı halkların, ulusların topraklarına el koyma eğilimi demektir. İmparatorluk kurma eğilimi demektir. Genel anlamı budur. Roma İmparatorluğu (köleci emperyalizm), Bizans ve Osmanlı İmparatorlukları (feodal emperyalizm),ve tüm diğer imparatorluklar emperyalist devletlerdi. Diğer halkların topraklarına el koyup onları yağma, talan ve vergilendirme yollarıyla sömürürlerdi.

Kapitalizm ortaya çıktığı günden beri enternasyonal bir üretim tarzı olmuştur. Onun entarnasyonal karekterini ortaya koyan da mal ticaretidir. Bu ilk dönemlerinde kapitalist Ülkeler diğer halkların topraklarına yine yağma, talan ve vergilendirerek sömürme amaçlarıyla yayılmışlardır. Ama esas amaç ticareti mümkün kılmak, bu ülkeleri ticaret üzerinden sömürmek haline gelmişti. Bu dönemde sömürgeleri başlarına bir bela olarak gören kapitalist ülkeler az değildir.

Kapitalizmin gelişmesi sürecinde kapitalist metropollerde, kapitalizmin anavatanlarında üretim büyüdükçe, sermaye bu ülkelerde birikip yoğunlaştıkça, ham madde kaynaklarına, bunlara ulaşmak için gerekli demir ve deniz yollarına el koymak, mal ve fakat bilhassa da sermaye ihracı için yabancı halkların ve ulusların tüm yaşamlarına el koyma gereği kendini empoze edince, büyümenin sonucu olarak ve rakiplere karşı tekel gereği kaçınılmaz hale gelince, kapitalist ülkelerde emperyalizm de bir gereklilik haline geldi. Diğer halkların tüm yaşamını kontrol etmek bir gereklilik haline geldi. Diğer ülkeleri etki alanına almak için emperyalist güçler arası rekabet ve savaş kaçınılmaz hale geldi.

Ve böylece, dün de enternasyonal bir üretim tarzı olan kapitalizm, tekelci aşamasında bu karekterini açıkça ortaya koydu. Ülkeler, bu emperyalist hale gelmiş olan tekelci kapitalizmin oluşturduğu bir dünya sisteminin parçaları haline geldiler. En büyüğünden en küçüğüne, kapitalist metropollerden, kapitalist emperyalizmin bu anavatanlarından, onların en geri sömürgelerine kadar tüm ülkeler bu sistemin bir parçası haline geldiler. Dünya emperyalist sistemi oluştu.

Bu sistemden kopuşlar, Lenin'in meşhur emperyalizmin zayıf halkası tespitine uygun olarak ortaya çıktı. Emperyalist sistem, bu zincir, en zayıf halkasından koptu. Rusya'da. 1917 Ekim devrimiyle. Emperyalizmin zayıf halkası ne en gelişmiş ülke, ne de en geri ülke olmak zorunda değildir. Somut olarak, o günün dünyasında emperyalizmin ekonomik ve siyasi olarak en zayıf olduğu, emperyalizme karşı güçlerin emperyalizmi o ülkede yıkabilecek güçte olduğu ülkedir. Emperyalizmin zayıf halkası kapitalist olarak en gelişmiş bir ülke olabilir. Veya kapitalist olarak en az gelişmiş bir ülke de olabilir.

Emperyalist sistemde ülkeler içlerinde bulundukları konuma göre pek çok kategorilere ayrılmışlardır. 1928 Komintern Programında bunun bir örneğini bulabilirsiniz. Çok detaylı olan bu şemanın kısa özeti şöyledir: kapitalizmin çok geliştiği ülkeler, kapitalizmin orta derecede geliştiği ülkeler ve sömürgeler. Tüm bu kategoriler içinde de detaylı değerlendirmeler mevcuttur. Sömürgeler kategorisinde mesela çeşitli sömürge tiplerine değinilir.

Her ülkenin Emperyalist Dünya Sisteminde aldığı yer somut olarak tespit edilmelidir. Bu konuda, şu veya bu ülkenin bu sistemdeki yerini tespitte genel gevezeliğe yer yoktur. Ancak ve ancak, bir ülkenin kendi içindeki gelişmesi ve diğer ülkelerle, devletlerle olan ilişkisi bir arada ele alındığında, o ülkenin emperyalist dünya sisteminde oynadığı rol tespit edilebilir. Ve bu her ülke için somut olarak yapılmalıdır.

1928'den 1998'e açık ki çok zaman geçti ve çok şeyler değişti.

En önemli değişiklik, dünya proleteryasının sosyalizmi inşa etmiş ve komünizme yürülmekte olan anavatanının, Sovyet Sosyalist Cumhurriyetler Birliği'nin yenilgisi ve bu sosyalist devletler federasyonunda Sovyet halkının ortak mülkiyetini çalıp çırpmaya dayanan bir hırsızlar gürühünun, soyguncu çeteler gürühünün, "mafyanın" burjuvalaştırılması çabası, bu ülkelerin emperyalist dünya sistemin bir parçası haline getirilmesi olgusudur. Bu olgu Stalin'in bahsini ettiği barbarlığın kapımıza dayandığı, işçi sınıfının barbarların saldırısı altında yenilgi üstüne yenilgi aldığı bir dönemde olduğumuz anlamına gelir.

Ayrıca, dünya'da kapitalizm yayıldı. Kürtler gibi şansız uluslar, Afrikanın engin topraklarına yayılmış geri kavimler, Asya ve Güney Amerika'nın bazı alanlarına sıkışmış kavimler, küçük adalardaki geri bırakılmış halklar dışında şimdi her ulusun, her ülkenin yerli, milli burjuvazisi var. Ve bunlar varlıklarını dünya kapitalizminin, dünya emperyalist sisteminin varlığına bağlamış durumdalar. Bunlarda ne devrimciliğin ne de milliyetçiliğin zerresini bulamassınız. Bunların dinleri imanları ve de milletleri yeşil Dolar haline gelmiştir. Aynı meyanda, Dünya emperyalizmi o kadar ölmeyi hak etmiş, kokuşmuş ve sunni tenefüsle yaşatılmaya çalışılan bir sistem haline geldi ki, daha düne kadar emperyalist amaçlarla yoksulluktan kırdıkları Arap uluslarını 1974 krizini alt etmek için para deposuna çevirmek zorunda kaldılar. Emperyalizm şartlarındayız, gel gelelim büyük emperyalist güçlere bağımlı ve onlar tarafından sömürülen bu halkların ellerine geçen paranın ne haddi var ne hududu. Bu olgu, emperyalist kapitalizmin ne kadar zavallı konumlarda olduğunun bariz ispatlarındandır. Gerçekten de dünya emperyalist sisteminin içinde bulunduğu duruma bir bütünlük içinde ve tek tek ülkelere somut olarak bakmak bir şarttır. Gerisi gevezelik ve kör gözle hareket etmekten başka bir anlama sahip değildir.

Konumuza, Kıbrıs'ın bu sistemdeki yerine bir bakalım.

İngiltere'nin Kıbrıs'a karşı emperyalist bir konumda bulunduğu konusunda pek problem olmadığı görülüyor. İngiletere'de tekelci kapitalizm var, finans oligarşisi var ve bunların kendileri gibi olan ülkelerle dünya çapında hakimiyet mücadelesi içinde oldukları gayet iyi biliniyor. 1960 Londra Antlaşması üzerinden İngiltere Kıbrıs'ın topraklarının bir parçasına el koymuş ve Kıbrıs'ın bütünü üzerinde de hak sahibi bir konumdadır.

İngiltere'nin Kıbrıs'la ilişkisinde emparyalist bir konumda durduğu o kadar bariz ise, şu bizim solcu AKEL ve CTP türü partilerimizin, ve tüm diğer burjuva ve küçük burjuva partilerimizin İngiliz emperyalistlerine karşı tavırlarına ne demeli? İngiliz Dış İşleri Bakanı Robin Cook bunların karşısına geçiyor, Kıbrıs'taki haklarından vaz geçmiyeceğini ilan ediyor ve tüm bu partiler, Rum'u Türk'ü onun önünde secdeye eğiliyor. Onunla birlikte Kıbrıs Sorununu çözmenin yollarını arıyor.

Demek ki İngiltere'nin Kıbrıs'la ilişkisinde emperyalist bir konumda durduğu hiç te o kadar bariz bir şey değil. Kıbrıs'ta etkinlik sahibi tüm partiler bu olguyu Kıbrıs halkının gözünden gizlemekte işbirliği halindeler. Rumluğa, Türklüğe kazık çakıldımı Rumlara, Türklere karşı işte böylesi emperyalistlerin desteğini elde etme sevdasıyla onların önünde secdeye geçilir.

İngiltere'nin Kıbrıs'taki emperyalist konumunu her gün ve her dakika teşhir etmeyen hiçbir parti ve kişi katiyetle ve katiyetle yurtsever bir kişi ve parti olamaz.

Türkiye'nin Kıbrıs'a karşı konumu hususunda ise pek çok problemler ortaya çıkıyor. Milli Kurtuluş mücadelesi sonrasının Türkiye'si hemen hemen hiç sanayisi olmayan, TÜrk ticaret burjuvazisinin Sultanlığı ve yabancı emperyalistleri kovup, Sultanlığın bürokratik mekanizmasını (valilik sistemi) burjuva cilalarla cilalayarak oluşturduğu bağımsız bir burjuva cumhurriyetti. Emperyalist sistemde en geri ve güçsüz ülkeler saflarında yer alıyordu. Buna rağmen ama, Kürtleri kendi sınırları içinde tutan bir emperyalizme ve Musul ve Hatay'dan hak talep eden emperyalist hedeflere sahipti. Bu emperyalist amaçlardan birisi gerçekleşmiş ve Hatay Türkiye sınırlar içine katılmıştır. Daha sonraları ise, İkinci Dünya Savaşında Alman Nazileriyle işbirliği halinde, Sovyetler Birliği'ne karşı Türk askeri gönderecek kadar rezilleşmiş bir Saraçoğlu hükümetine, kendini fasulye gibi nimetten sanarak Sovyetler Birliği'nden toprak koparmayı amaçlayan böylesine aptalca emperyalist amaçlara sahip olabiliyordu.

Stalin, Ekim sonrası Ermanistan ve Gürcistan'la bağıntılı olarak şunları belirtir: Kendilerini Sovyet hucumlarından korumak için İngiliz emperyalistlerini ülkelerine çağıran, yani ülkelerinin bağımsızlığını İngilizlere satan Ermeni ve Gürcü burjuvazisi, aynı zamanda emperyalist amaçlarla komşularına karşı ve "ülkelerindeki" milli azınlıklara karşı savaşmaktan da vaz geçmiyorlardı. Sözün kısası en büyüğünden en küçüğüne tüm burjuvalar emperyalist amaçlar taşırlar. Hele hele onların aç gözlü sivil ve askeri bürokratları, emperyalistlikte herkesi geride bırakırlar. İlk fırsatta, hemen. Üstüne konacak mal var. Toprak var. Ne kadar aç gözlü iseler, o kadar da emperyalist eğilimli, o kadar da fırsatçıdırlar. Rezilliğin, barbarlığın, insan hayatına karşı vurdumduymazlığın dik alası işte bunlardadır. Bunların sadece şövenist ve dinci bağnaz gerici kesimi değil, en modern, en demokrat görünümlüsü bile en rezil emperyalistin tekidir.

Türkiye'nin Kıbrıs'a olan ilgisi ise İkinci Dünya Savaşı sonrasında kesinleşir. Bu dönemde Türkiye'yi yönetenler yabancı emperyalistlerle ittifakı kesinleştirmiş, ülkenin bağımsızlığını Amerikan emperyalizmine peşkeş çekmiş, ülkeyi Amerikan emperyalizminin bir yarı-sömürgesi konumuna sokmuşlardır. Ülke sanayi ve ekonomik güç olarak yine geridir. Ama İngiliz emperyalistlerinin oyunları üzerinden Kıbrıs'ta hak elde etme imkanı belirince bu fırsatı kaçırmamıştır. 1960 Londra Antlaşması üzerinden Kıbrıs'ta hak sahibi olunmuş, Kıbrıs'a asker gönderilmiş, ve 1974 te Kıbrıs'ın Kuzeyi işgal edilmiştir. Ele geçen fırsatı değerlendirmek için Kıbrıs'lı Türklerin dillerine ve kültürlerine saldırılmış, onlar Subayların diktatörlüğü altında dar alanlarda hapsedilmiş, ve en nihayet topraklarını ve evlerini terk edip kuzey Kıbrıs'a göç etmeye zorlanmışlardır. Çok daha büyük sayılarda Kıbrıslı Rum işçi ve köylüleri de Güney Kıbrıs'a göç etmeye zorlanmıştır. 1974 sonrası ise Kıbrıslı Türkler ülkelerini terk ederken, Türk burjuvazisi tarafından Kuzey Kıbrıs'a gönderilen Türk ve Kürt kolonlar Kuzey Kıbrıs'a yerleştirilmekte, işgal kolonlaştırma ile, sömürgeleştirme ile tamamlanmaktadır.

Tüm bunlar başka ülkelerin, başka halkların topraklarına el koyan Türk burjuvazinin emperyalist faaliyetleridir.

Burada ortaya çıkar gibi görünen sorun şu olsa gerektir. Kendisi Amerikanın yarı-sömürgesi konumunda olan, sanayi ve ekonomik olarak zayıf bir Türkiye nasıl oluyor da emperyalist oluyor?

Buruvazi emperyalisttir. En büyüğünden en küçüğüne burjuvazi emperyalisttir. Bunu herkes kafasına yerleştirsin. Ülkesini emperyalist güçlere peşkeş çeken vatan haini burjuvalar bile emperyalisttir. Türk burjuvazisi ve onların Kıbrıs'taki faaliyetleri bunun en açık ispatıdır.

Bu konudan bağımsız olarak 1950'lerde başlayan ve bugÜnlerde de sÜrmekte olan sÜreç boyunca TÜrkiye'de kapitalizm ve burjuvazi gelişmiştir. Türkiye'nin de artık büyük tekelci, hemde para sermayesiyle kucaklaşmış sanayici, tüccar ve tarımcı burjuvaları var. Finans oligarşisi var. Bunların bir Almanya, Japonya ve İtalya ile karşılaştırılması oldukça ilginçtir. Bu son ülkeler İkinci Dünya savaşı sonucunda yarı-sömürge konumuna itildiler. Ama bu ülkelerin tekelci kapitalizm aşamasında oldukları ve dolayısıyla burjuvalarının emperyalist karekterde oldukları tartışma götürmez. Ve yine ama, Türkiye'nin emperyalistlik açısından enternasyonal hukuk alanında bu ülkelerden bin kat daha iyi pozisyonda durduğuna kimse dikkat etmez. Almanlar dahala daha ülke dışına savaşmak için asker gönderme hakkına sahip değildirler. Türklerin ise bu hakları ve imkanları var. Almanlar emperyalistliklerini devreye sokmak için çeşitli ve dolaylı metodlar kullanmak zorundalar. Mesela Türkleri bu amaçla kullandılar. Doğu Avrupanın ve SB'nin çökertilmesinde bizim Türklerin, bizim Türk devletinin bilhassa faşist ve dinci militanları da kullanarak oynadığı rol ve bu sayede Batı Alman emperyalizminin Doğu Almanya'ya el koyması olgusu gözden kaçırılmasın. Bizim Türklerinde bu sayede Türki Cumhurriyetlere ve Balkanlardaki Türkler ve müslümanlar üzerinden Balkanlara el atma amaçları gözden kaçmasın. Tabii ki bunlar sanayi olarak yetkin, kendi silahlı güçlerini kendisi silahlahdırabilecek, kendi bağımsız emperyalist politikalarını kendi başına uygulayabilecek bir Türk burjuvazisinin emperyalist faaliyetleri değil. Silahlı güçlerini devreye sokamayan bir Almanya'nın emperyalist faaliyetleri kadar etkin faaliyetler de değil. Ama yine de emperyalist faaliyetler. Azerbeycan'da darbe düzenlemeye varmış ve böyle giderse Türkiye'yi savaşlara, altından kalkamayacağı savaşlara sürükliyecek, maceracı emperyalist faaliyetler. Esas olarak İngiliz ve Amerikan emperyalistlerinin kullandığı emperyalist faaliyetler.

Benzeri durumlar Yunanistan için de geçerlidir.

Türkiye ve Yunanistan'ın Kıbrıs'a karşı yürüttükleri faaliyetler emperyalist faaliyetlerdir. Bu faaliyetler için Kıbrıs'taki milli kardeşlik olgusu bu iki bölgesel güç tarafından kullanılmıştır. Şimdilerde Türkiye, Bulgaristan ve Yunanistan'daki Türk azınlıkları da kullanma çabaları içindedir. Bu konularda daha detaylı yazımız ektedir. "War Report- Eylül 1997" sayısında da bu konular ele alınmış. Rum yazar Türklerin Rum azınlıklara yaptıklarını, Türk yazar da Yunanlıların Türk azınlıklara yaptıklarını detaylı anlatmış. Herkes okusun ve Yunan ve Türk emperyalistlerinin TÜrk ve Rum sorunlarını halledemiyecekleri, bu sorunun ancak ve ancak Türkiye ve Yunanistan'ın proleteryası tarafından halledilebileceği tespitimizi unutmasın.

Kıbrıslı Rum ve Türk devrimci ve işçilerinin en büyük ve şerefli görevi Rum ve Türk emperyalizmini teşhir etmek, Rum ve Türk azınlıkların bu emperyalistler tarafından başka ülkelerde de kullanılmasını engellemektir. Kıbrıs'ın Rum ve Türk devrimcileri Türkiye ve Yunanistan'ın emperyalist karekterini teşhir ettikçe şana ve şerefe kavuşacaklardır. Tüm dünyanın en gözde, en yiğit, en kahraman enternasyonalistleri olarak bilineceklerdir.

-II- KIBRIS'TA TOPRAK SORUNU

Kıbrıs'ta toprak sorunun oluşmasına yol açan unsurlar şunlardır:

  1. Büyük toprak sahipleri

  2. Evkaf, ve fakat bilhassa Kilise'nin büyük toprak sahipliği

  3. Mülkiyetindeki toprağı burjuvazinin çıkarlarına sunan burjuva devletlerin büyük toprak sahipliği.

  4. Güneyde Yunan subayları tarafından yönetilen Kıbrıs Rum ordusunun ve Güneydeki Yunan ordusunun el koyduğu büyük toprak parçalarının mevcudiyeti.

  5. Kuzeydeki Türk subaylar tarafından yönetilen Kıbrıs Türk ordusu ve bilhassa Kuzeyde koşullandırılmış Türk ordusunun el koyduğu büyük toprak parçalarının mevcudiyeti.

  6. Esas olarak iki bölgede yoğunlaşmış olan İngiliz ordusunun el koyduğu büyük toprak parçalarının mevcudiyeti.

Kıbrıs'ta ki toprak sorununa, bununla bağıntılı olarak Kıbrıs halkının gasp edilen küçük toprak mülkiyeti ve göçebelik sorununa ve böylece de kendisini bir toprak sorunu olarak gösteren ve Kıbrıs Sorunu olarak bilinen Kıbrıs'taki milli sorunlar karmaşasına yol açan esas unsurlar işte bunlardır.

Kıbrıs'taki toprak sorununu tartışıp duran güçler de tamı tamına bu güçlerdir.

Onlar toprak sorununu bizim gördüğümüz gibi görmüyorlar.

Onlara göre sorun Kıbrıs'ın Rum ve Türk kesimlerinin ne büyüklükte olacağı sorunudur. Onlara göre sorun burada düğümlenmektedir.

Sorunu bu şekilde ele alan Kuzeydeki ve Güneydeki güçler sınıfsal karakterleri açısından şıp demiş biribirlerinin burunlarından düşmüşlerdir. Bu nedenledir ki, her ne kadar bir tÜrlÜ anlaşamasalar da siyasetlerini aynı tür yaklaşımlarla oluşturmaktadırlar.

Kuzeydeki siyaset, Kıbrıs'ın kesin bölünmesini ve bu bölünmede mevcut toprak bölüşümünün hemen hemen bugünkü mevcut oranlarda korunmasını isteyen bir siyasettir. Bu siyaseti Rum kesimine kabullendirmek için esas olarak Türk ordusunun gücüne dayanılmaktadır. Türk ordusunun gücün doğrudan devreye girmediği şu meşhur barış görüşmelerin de ise:

  1. Kıbrıslı Türklerin 1974 ve bilhassa 1960 öncesi var olan toprak mÜlkiyetinin Kıbrıs'ın %33-37'si civarında olduğu ileri sürülmektedir.
  2. Kıbrıs'lı Türk nufusunun da yaklaşık bu oranlarda olduğu ileri sürülmektedir.

Güneydeki siyaset ise Kıbrıs Türk kesimine bırakılacak toprağı mümkün olan en küçük miktara düşürmektir. Mümkünse tüm topraklara el koymaktır. Onlar bu sonuca ulaşmak için esas olarak Yunan subaylar tarafından yönetilen Kıbrıs Rum ordusuna ve Yunanistan'la yaptıkları Ortak Savunma Anlaşmasına dayanıyorlar. Sırtını Türk ordusuna dayamış olan Kuzeyden barış görüşmeleriyle toprak koparmanın zorluklarını bildikleri için de savaşa hazırlanıyorlar. Laf ola beri gele misali sürdürülen barış görüşmelerinde ise aynen Kuzeyin kullandığı yöntemler kullanılmaktadır:

  1. Kıbrıslı Türklerin 1974 ve bilhassa 1960 öncesi var olan toprak mülkiyetinin Kıbrıs'ın %20'si civarında olduğu ileri sürülmektedir.
  2. Kıbrıs'lı Türk nufusunun da yaklaşık bu oranlarda olduğu ileri sürülmektedir.

Pek çok Rum yazar, Rumlarla Türkler arasındaki bu toprak sorununun görüşmelerle ve barışçıl bir şekilde çözülmesi için ve bu görüşmelerdeki toprak bölüşümünü şöyle veya böyle bir hakkaniyet temeline oturtmak için pek çok ve detaylı çalışmalar yapmışlar. Türklerin hakkının hem eski toprak mülkiyeti, hem de nufus oranı temelinde %20 olduğunu ispatlayan çalışmalar. Bunlara karşıt olarak her halde pek çok Türk yazar da bilimsel çalışmalarıyla bu oranların yanlış olduğunu, doğrusunun %33-37 civarında olduğunu ispatlamakla meşguldürler. Kuzeydeki nufus sayımı yöntemlerinin, bunların devlet sırrı olmasının, ve Denktaş'ın giden Türk gelen Türk mantığıyla her gelenin Kıbrıs Türk vatandaşı yapılmasının ardındada bu bilimsel çalışmaya zemin hazırlama çabaları yatıyor olsa gerek.

Güneyde ve Kuzeyde toprak sorununa bu şekilde yanaşanlar, hem Kuzeyde hem de Güneyde toprak mülkiyetinin kime ait olduğu sorununa değinmezler bile. Rum toprakları var, Türk toprakları var. Burjuva hakkaniyet, burjuva mülkiyet oluyor sana ortak Rum mülkiyeti, ortak Türk mülkiyeti. Varsa da yoksa da, Rumlara düşen miktar, Türklere dÜşen miktar. Şimdi birisi çıkıp madem bu kadar toprak Türklerin payına düşermiş, o zaman bütün bu topraklar tüm Türklerin ortak malı olmalıdır, veya madem bu kadar toprak Rumların payına düşüyor bütün bu topraklar tüm Rumların ortak malı olmalıdır dese ortalığın altı üstüne gelir. Büyük Toprak sahipleri, Kilise, Evkaf, Devletler, ordular tüm bunlar Kıbrıs'ı Rumluk Türklük temelinde ikiye bölmenin kavgasını verdiklerini unutuverirler. Kiliseyle Evkaf, Kıbrıs Cumhurriyeti'yle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhurriyeti, Rum ordusuyla TÜrk ordusu el ele verip öyle şey olmaz diye üstümüze gelirler.

Demek ki Türklerin payı, Türklere göre %33-37, Rumlara göre de %20. İyi, kabul valla, hangisiyse hangisi. İyi güzel de bu topraklar kimin kardeşim? Türklerin mi? Yoksa cebi şişkin Türklerin mi?

Demek ki geriye kalanlar da Rumların payı. İyi güzel de bu topraklar kimin malı kardeşim? Rumların mı, yoksa cebi şişkin Rumların mı?

Kıbrısın Rum ve Türk halkı adına Rumlara yüzde şu kadar, Türklere yüzde şu kadar diye bağırıp çağıranlar, Kıbrıs'ı paramparça edip Kıbrıs halkını savaşlarda ve katliamlarda öldürenler, malı götürenlerdir. Bu toprak kavgasını onlar kendi çıkarları için yürütüyorlar. Kıbrıs'ın Rum veya Türk işçisini ve köylüsünü düşündükleri yoktur bunların.

Bu topraklar bunların mülkiyetinde kaldıkça, lafta Rumluk Türklük adına, gerçekte ise o topraklara konmak için daha çok savaş çıkartır bunlar.

Kıbrıs'lı Rum ve Türk işçi ve çiftçiyi, memur ve esnafı, zanaatkar ve entellektüeli bu yüzdeler hiç mi hiç ilgilendirmemektedir. Onları ilgilendiren bir evlik toprak, bir çiftliklik toprak, geçinmeleri ve üzerinde barış içinde yaşamaları için gerekli olan bir parça topraktır. Kıbrıs'ın toprağı, Kıbrıs'ın tüm halkına yeter de artar bile. Kıbrıs'ın halkının bu topraklar için biribirleriyle savaşmalarına zerre kadar bir gereklilik yoktur. Gel gelelim bu toprakları sahiplenmiş olan her türden büyük toprak sahipleriyle savaşmak zorundadırlar.

Büyük toprak sahiplerinin, Kilisenin, Evkafın, Devletlerin, orduların topraklarına el koyun. Bu toprakları gerçek sahiplerine, Kıbrıslı Rum ve Türk halkın kullanımına sununuz, Kıbrıs sorunu diye bir sorun kalmaz.

Bu yapılmadığı müddetçe de Kıbrıs sorunun sonu gelmez. Bu büyük toprak sahipleri lafta Rumluk, Türklük adına ve gerçekte ise bu topraklar üzerindeki mülkiyetlerini korumak için daha çok savaş ve katliam yaparlar.

Toprak sorunu çözülmeden Kıbrıs'ta milletler sorunu çözülmez. Yani Kıbrıs sorunu çözülmez.

Kıbrıs'ta toprak sorunu ve dolayısıyla göçmen sorunuda, ancak anti-emperyalist cephe hÜkÜmetinin toprak programı hayata geçirilerek çözülebilir.

-III- KUZEY KIBRIS'TAKİ TÜRK VE KÜRT KOLONLARI (GÖÇMENLER)

Kolonistlerin kuzey Kıbrıs'a göç etmelerinin ardında iki temel neden var.

Türkiye Kıbrıs'lı Türklere, gayet geçerli nedenlerle pek güvenmediği için, emrine amade bir nufusu Kuzeye yerleştirmek istiyor.

Bir diğer neden de Kıbrıs'ta yaşayan Türklerin sayısının Kıbrıs nufusunun % 33-37 oranında olduğunu ispatlamak istemeleridir, çünkü bu görüşmeler sırasında, toprak bölüşümünde önem kazanabilir.

Kolonistlere Kuzeyde muhalefet anavatanla birlikçi milliyetçilerden değil, Kıbrıslılığı savunanlardan gelmektedir. Herzamanki gibi, bu muhalefet bile Türkiye'nin garantörlüğü talebiyle kirletilmektedir ve dolayısıyla gerçek bir muhalefet değildir.

Kolonistlere Güneyde muhalefet hem anavatanla birlikçi milliyetçilerden hem de Kıbrıslılığı savunanlardan gelmektedir.

Her iki kesimde de kolonistlere olan muhalefet o kadar çok burjuva milliyetçiliğine dayalıdırki, bu muhalefet Kuzeyde iş için göçen işçilere kolonist diye karşı çıkarken grev kırıcılığı için getirilen kolonistlere hiç bir laf edilmemektedir, Güneyde ise sorun şu lanet olası toprak sorunudur.

Bunlara boyun eğmiyeceğiz.

Türkiye'nin kolonist siyaseti hali hazırda problemlerle karşılışıyor. Kolonistler 1974 ve hemen sonrasında getirilmişlerdi. O dönemde Türkiye'deki Kürtlerin milli kurtuluş mücadelesi bugünkü kadar gelişmiş değildi. Türk burjuvazisi Kıbrıs'ın işgali savaşında pek çok Kürt asker kullandığı gibi, pek çok Kürt köylüsünÜde kolonist olarak kullandılar. Bu günlerde bu köylüler Türk milliyetçiliği için hiçde Türk burjuvazisinin ümit ettiği kadar sağlam bir temel oluşturmuyorlar.

Kolonistlerin pek çoğuda köylü ve bunlar da kaçınılmaz olarak pek çok problemlerle yüz yüze geliyorlar. Bugünlerde de çok düşük ücretlerle çalışmaya hazır işçiler olarak geliyorlar çünkü çok zor durumdalar

Zaman zaman ithal edilen aşırı Türk şövenistlerini ve gerici dincilerini ve bunlar gibi olan kolonistlerin bir kesimini bir kenara bırakırsak, geriye kalanlar TÜrk ve KÜrt kökenli emekçilerdir.

Bizim anti-emperyalist cephe politikamızın temel taşı işçi sınıfı ve tüm emekçilerdir. Bu siyaset aynı zamanda Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'ye karşı mücadelede birleştirilebilecek tüm güçlerin birleştirilmesine dayanır. Bu nedenle biz kolonistlere sadece ve sadece kolonist oldukları için muhalefet etme siyasetine katılmıyacağız, hele hele kolonistlere Kıbrıs'a işçi olarak gelip, "işlerimizi çalıp" ücretleri düşürdükleri için karşı çıkan siyasete katiyetle katılmıyacağız.

Kolonistler de dahil olmak üzere herkes anti-emperyalist cepheye hoşgeldi. Dahası bizler kolonistler arasındaki emekçilerin anti-emperyalist cepheye katılmaları için canla başla çalışacağız. Başka bir siyaset Kıbrıs'lı Türk ve Rum işçilerin şanına yakışmaz. Türk emperyalizmini destekleyen kolonistlerde sahipleri gibi ele alınacaktır, Kıbrıs halkının düşmanları olarak ele alınacaklardır.

Bizim Türk ve Kürt kolonistlerine karşı siyasetimiz böyledir. Hoşgeldiler. Onlarla birlikte bizim aleyhimize savaşlar ve katliamlar hazırlamakta olanlara karşı savaşacağız. Bu "barış" günlerinde bile hayatımızı cehenneme çevirenlere karşı birlikte savaşacağız.

Kolonistler tarafından üretilen toprak sorununa gelince. Toprak programımıza sadık kalacağız. Bu şu anlama gelir. Birleşik cephenin zaferi için çalışan kolonistler toprak sorunun üreticileri değil, toprak sorunun çözücüleridir.

-IV- KIBRISLI RUM-RUM KIBRISLI TÜRK-TÜRK

Kapitalizmin ve onun son türü olan emperyalist kapitalizmin insanlıkla bir tek ilişkisi vardır. İnsan toplumunun bir ürünü olmak. Bunun dışında kapitalizm hayvanlar alemine özgüdür, barbarlıktır.

Milletlerin hayatları açısından da durum aynıdır. Geri ulusların tam gelişmiş ve kültürlü uluslar haline gelmesine izin vermez. Bazılarını sonu gelmez bir yoksulluğa ve köleliğe zorlar, bazılarını yok eder. En modern uluslar bile onun gazabından kurtulamazlar. Almanlar, Japonlar ve İtalyanlar dahala A.B.D.'nin askeri baskısı altındalar. Dünyanın en modern ulusu olan Ruslar, emperyalistlerin ortak faaliyetleri sonucu olarak bir çok Ülkede hiçbir hakkı olmayan azınlıklar konumuna düştüler. Milletler sadece ve sadece emperyalistlerin pis arzularını tatmin etmek amacıyla bölünürler. Kendisini şu veya bu büyüklükte emperyalistlerin yönettiği bir ülkede azınlık konumunda bulan milletin "Allah" yardımcısı olsun. vb. vb.

Emperyalizm şartlarında ortaya çıkan süreçlerden biri de şudur: bir millet kendi devletini kurarken, aynı milletin bir parçası kendisini başka bir millet tarafından kurulmuş bir devlette azınlık konumunda bulur. Feodal Osmanlı imparatorluğu döneminden beri Rumlar ve Türkler bugün Türkiye ve Yunanistan'ı oluşturan topraklarda yaşadılar. Bugün Türkiye ve Yunanistan'ın parçaları olmayan topraklarda da yaşadılar. Türkiye ve Yunanistan'ın kurulmasından sonra, dahala Balkan ülkelerinde ve Türkiye ve Yunanistan'da yaşayan Türk ve Rum azınlıklar var. Kıbrıs'ın Rumları ve Türkleri bu sürecin, milli devletler kurulurken bu milliyetlerin başka milletler tarafından yönetilen devletlerde azınlıklar olarak kalmaları sürecinin bir parçasıdırlar. Kıbrıs'lı Türk ve Rumlar İngiltere'nin sömürgeci (kolonist) yönetimi altında kaldılar. İngiliz emperyalizmi öyle istedi ve dolayısıyla da zorla öyle olmasını sağladı.

İkinci Dünya Savaşından sonra Türkiye ve Yunanistan, bu "anavatanlar". ABD'nin yarı-sömürgesi haline geldiler ve burjuvazi tarafından yönetilmekteydiler. Küçük burjuvazinin bile emperyalist bir eğilimi olduğu için bu ülkelerinde de emperyalist eğilim vardı ve vardır da: Kendi topraklarını komşuları aleyhine büyütme eğilimi, "kendi" milli azınlıklarını ezme eğilimi. Bu eğilimi tatmin etmek için Rum ve Türk milli azınlıklar kullanılmışlardır ve dahala da kullanılmaktadırlar.

Birinci Dünya Savaşından hemen sonra ve İngiliz emperyalizminin de kışkırtmasıyla Yunanistan "Rumları Türk baskısından kurtarmak için" Türkiye'yi işgal etti. Sonuç Yunan burjuvazisinin umduğunun tersi oldu. Türkler Rumların hemen hemen hepsini Türkiye'den attılar. Savaşlar, katliamlar, göçler. Dahası, nufus değişiminden sonra bile Yunanistan'da oldukça bÜyÜk bir TÜrk azınlık kaldı. Halbuki Türk burjuvazisi Türkiye'de kalmış olan tek büyük Rum azınlığını da 1956 Kıbrıs olaylarını kullanarak Türkiye'den temizledi. Bu şekilde Türkler Rum problemlerini tipik bir Türk metoduyla "çözdüler". Daha doğrusu çözdüklerini düşündüler, çünkü Rum emperyalizmi Karadeniz kıyılarından Güney Ege'ye kadar Rum topraklarını geri alma ve İstanbul'u, Konstantinapol'u başşehri yapma fikrinden vaz geçmedi. Rum emperyalizmi bu megola-idea'yı ( yüce fikir ) terk etmez de. Başka bir değişle Türk emperyalizmi Rum problemini çözememiştir. Rum burjuvazisi Türkleri Rodezya'dan "temizledi"- tipik Rum(Balkan) üsülünü kullandı, hepsini öldürdü. Yunanistan'daki Türk köylülerinin topraklarını terk etmesi için elinden geleni yapıyor. Kıbrıs'taki Türkleri "temizlemek" için Rodezya metodunu kullanmayı denediler. Hepsi boşa çıktı, Türkler oldukları yerlerde duruyorlar. Hepsi buda değil. Türk emperyalizminin Ege ve Balkanlar konusunda planları var. Başka bir değişle, nasıl ki Türk burjuvazisi Rum azınlıklarını temizliyerek Rum problemini çözemedi, Rum burjuvazisi de Yunanistan ve Kıbrıs'taki Türk azınlıklardan kurtulsa bile Türk problemini çözemez.

Türkiye'nin Rum problemini, Yunanistan'ın da Türk problemini çözebilecek bir tek güç var: bu güç milletlerin ezilmesine, emperyalizme sonuna kadar düşman tek güçtür. Bu güç proleteryadır. Sadece Rum ve Türk proleteryası, Türk ve Rum emperyalizmine ve Türklerle Rumlar arasında savaşlara ve katliamlara yol açan bu rezil güçlere bir son verebilirler.

Kıbrıs'lı Rumlar ve Türkler Yunanistan'ın parçası olan bir Kıbrıs'ta yaşayabilirlerdi. Kıbrıslı Rumlar tam anlamıyla Rum olurlardı ve milli azınlıklarını ezmeyen bir Yunanistan'da ve Yunanistan üzerinde emperyalist planları olmayan bir Türkiye'ye komşu olarak yaşayan Kıbrıslı Türklerde Türk mü yoksa Kıbrıslı Türk mü olduklarını düşünmezlerdi bile, Yunanistan'da yaşayan Türkler olurlardı. Fakat bugün, Yunanistan'da yaşayan Türkler var ve bunlar baskı altında oldukları için Türk emperyalizmine iyi bir insan malzamesi oluşturuyorlar, çünkü bugün Türkiye emperyalist bir ülke. Ve bugün, Türkiye, Kıbrıslı Türkleri Türk ilan edip topraklarını genişletmek için onları kullanıyor. Kıbrıslı Rumlar ve Türkler Türkiye'nin bir parçası olan bir Kıbrıs'ta yaşayabilirlerdi. Kıbrıslı Türkler tam anlamıyla Türk olurlardı ve milli azınlıklarını ezmeyen bir Türkiye'de ve Türkiye üzerinde emperyalist planları olmayan bir Yunanistan'la komşu olarak yaşayan Kıbrıslı Rumlar da Rum mu yoksa Kıbrıslı Rum mu olduklarını düşünmezlerdi bile, Türkiye'de yaşayan Rumlar olurlardı. Fakat daha 1956 kadar yakın bir geçmişte binlerce Rum Türkiye'den kovulmuşlardı, bugün Türkiye'de çok küçük bir Rum nufus çok zor şartlarda yaşıyor ve bugün, Yunanistan emperyalist bir ülke. Ve bugün, Yunanistan, Kıbrıslı Rumları Rum ilan edip topraklarını genişletmek için onları kullanıyor.

İngiltere Kıbrıs'ın Türkiye veya Yunanistan ile birleşmesine müsade etmedi. Kıbrıs'ı kendi sömürgesi olarak istedi ve öyle tuttu. Bu Kıbrıslı Türkler ve Rumlar için ne anlama geldi? Bu onların Türkiye ve Yunanistan'daki Rum ve Türklerden farklı bir yaşamları olması anlamına geldi. Tüm bu ayrılık döneminden sonra bu Rumlar ve Türkler Kıbrıslı Rum ve Türk ulusları olarak, Türkiye ve Yunanistan'daki Rumlardan ve Türklerden ayrı ve farklı birer ulus olarak oluşabilirlerdi. Fakat, daha önce de dediğimiz gibi, emperyalizm barışçıl bir süreç değildir, şavaşçı bir süreçtir, ve sadece İngiltere emperyalist değil, Türkiye ve Yunanistan da emperyalist. İngiltere, Türkiye ve Yunanistan Kıbrıslı Türkler ve Rumların Türk ve Rum olmalarının imkanlarını sağlayamadı, ama aynı zamanda onların ayrı, farklı uluslar olarak ortaya çıkmalarına da izin vermedi. İngiliz, Yunan ve Türk emperyalizmleri onlara farklı ve ayrı bir yaşamı empoze ederek, onların tam anlamıyla Rum ve Türk haline gelmelerine izin vermiyor; onları emperyalist Türkiye ve Yunanistan'a bağlamaya çalışarak da onların ayrı ve farklı uluslar haline gelmelerine de izin vermiyorlar.

Kıbrıs'ın Rumları ve Türkleri, Türklüklerini ve Rumluklarını hissederler, fakat Türkiye ve Yunanistan'dan ayrı ve farklı bir yaşama sahip olmuş olmaları ve bilhassa da Türkiye ve Yunanistan'ın Kıbrıs'taki emperyalist faaliyetleri onların kendilerinin Türkiye ve Yunanistan'daki Türklerden ve Rumlardan farklıklarını da hissetmelerine yol açar; Türkler ve Rumlar tarafından ezilen farklı uluslar olarak, Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar olarak görürler kendilerini.

Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler arasında ikircikli bir süreç sürmektedir. Rumluk ve Kıbrıslı Rumluk, Türklük ve Kıbrıslı Türklük ileri sürülmekte, sadece aynı anda farklı kişiler tarafından değil, aynı anda aynı kişiler ve ayrıca farklı anlarda ve farklı şartlarda aynı kişiler tarafından.

Bu, İngiliz, Türk ve Yunan emperyalizmlerinin Kıbrıs'taki faaliyetlerinin bir sonucudur. Rumların ve Türklerin barış ve işbirliği içinde ve bir arada yaşayabilmeleri için gerekli şartları yaratamıyorlar. Özel olarak Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar için, onların Türkler ve Rumlar olarak Türkiye'nin veĞveya Yunanistan'ın parçaları olarak yaşamaları imkanını yaratamıyorlar ve aynı zamanda onların Kıbrıs'ta ayrı ve farklı uluslar olarak ( veya Rumlar ve Türkler olarak ) bu küçük adada barış ve işbirliği içinde yaşamalarına da müsaade etmiyorlar. Kıbrıs'ın Rumları ve Türklerine bunların hiç biri için izin yok. Sadece Yunanistan'daki Türkler değil, hatta Türkiye'deki Kürtler bile Kıbrıs'ın Rum ve Türklerinden daha iyi bir konumdalar. Hiç değilse yabancı bir millet onları eziyor ve "işte sorunda budur". Kıbrıs'ın Rumları ve Türkleri söz konusu oldumu, onları ezen güçlerden ikisi aynı zamanda onların "kendi milliyetinden".

Kıbrıslılar ne yapmalılar?

Bir millitçilik türüne karşı bir diğerini mi seçmeliyiz? Kıbrıslı Türklüğü ve Kıbrıslı Rumluğu veya Türklüğü ve Rumluğu seçersek bu milliyetçilikler dayanma gücüne sahiplermi? Gelişmenin yönü bizi bu milliyetçilik türlerinden birini seçmeye zorluyormu, bunlardan birini birini seçmez isek milletlerin emperyalizme karşı savaşının gelişme taleplerine uyamama konumuna dÜşermiyiz?

Kıbrıs'ın Rumları ve Türkleri tarihi olarak Türk ve Rumlar. O halde Türklüğü ve Rumluğu seçmeli ve biribirlerimizin "anavatanlarına" karşı hakkane davranacaksak Taksim için mücadele etmeliyiz ( veya "kendi anavatanlarımıza" karşı hakikaten "hakkaniyetli" davranacaksak niye Kıbrıs'ın bir bütün olarak Türkiye'yle veya Yunanistan'la birliğini savunmayalım?! ).Ve tabii ki İngiltere'ye karşı da hakkane davranmalıyız. Üslere dokunmamalıyız?

İyi ama Kıbrıs'ın Türkleri ve Rumlarının "anavatanların" Türkleri ve Rumlarından farklı bir yaşamı oldu ve bizim onlardan farklılıklarımız var ve biz bu emperyalist "anavatanlar" tarafından ezilmekteyiz. Biz Kıbrıslı Rumluğu ve Kıbrıslı Türklüğü seçmeli ve Türkiye ve Yunanistan'daki Rumlar ve Türklerle aramızda var olan milli farklılıklar temelinde Kıbrıs'ın Türkiye ve Yunanistan'dan bağımsızlığı için mücadele etmeliyiz.

Bu iki öneri de Kıbrıs'ın gerçeğini yansıtır ve burjuva bakış açısından her ikisi de doğrudur. Birincisi Türklerin ve Rumların kesinlikle karşı devrimci ve emperyalist bir milliyetçiliğini yansıtır. İkincisi ezilen Kıbrıslı Rumların ve Türklerin milliyetçiliğini yansıtır. Her ikisi de emperyalizmin, İngiliz, Türk ve Yunan emperyalizminin Kıbrıs'taki ürünleridirler. Birincisi Türkiye ve Yunanistan emperyalizminin topraklarını Kıbrıs aleyhine genişletme amaçlarını yansıtır. İkincisi Kıbrıslıların bu emperyalistlerden kurtulma amaçlarını yansıtır ve bu emperyalistlerin Kıbrıslı Türkleri ve Rumları ezmelerinin özel bir ürünüdür.

Gel gelelim bunlardan herhangi birisi kendi başına, yani burjuva içerikleriyle bize bu emperyalistlerle savaşmak için iyi bir silah vermemektedir. Her ikisine de, ama yeni bir içerikle her ikisine de ihtiyacımız var. Bu öyle bir içerik olmalı ki Türkiye, Yunanistan ve İngiliz emperyalistlerini Kıbrıs'ın adını duymaktan bile korkutsun.

Kıbrıs'ın Rumları ve Türkleri, Türk ve Yunan emparyalizmini sadece Kıbrıs'ta değil aynı zamanda Türkiye ve Yunanistan'da da yenmek, yani Türkiye ve Yunanistan'ı Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs'ın işçileri için kazanmak amacıyla Türk ve Yunan burjuvazisinin ve dolayısıyla da Kıbrıs'ın emperyalist "anavatanla" birleşmeci burjuvazilerinin emperyalist milliyetçiliğine karşı savaşmak zorundadır. Kendi ülkelerinin kurtuluşu için savaşan Kıbrıslılar, aynı zamanda Türkiye ve Yunanistan'ın Türk ve Rum emperyalist burjuvazisinden kurtuluşu için savaşmak zorundadır.

Bariz nedenlerle, Kıbrıslılık, Kıbrıslı Türklük ve Kıbrıslı Rumluk Kıbrısta kesin olarak oluşmuş, yerleşmiş bir milliyetçilik türü değildir. TÜrk ve Rum burjuvaları emperyalist emellerine kavuşmak için Kıbrıslı Rumlar ve Türkler arasında kendi milliyetçilik türlerini yayageldiler. Bu çalışma oldukça başarılı olmuştur. Sadece Kıbrıs'ın Rumları ve Türkleri "anavatanların" Rumları ve Türkleriyle ortak bir soya sahip olduklarından değil, fakat aynı zamanda ve esas olarak Kıbrıs'ın birlikçi burjuvazisinin yönetimi altındaki tüm gelişme tarihi Kıbrıs'ın bir milliyetinin diğerinin katliamlarını karşı, daha doğrusu bir diğerinin "anavatanının" katliamlarına karşı korunması için güçlü bir "anavatan desteğini" kaçınılmaz bir ihtiyaç olarak doğurduğu için de. Dahası, tüm bunlara rağmen ve mesela Rumlar arasında Kıbrıslılık kendini empoze etmeye çalışırsa, "anavatanlar" da sanki sözleşmiş gibi bu gelişmeye bir son vermek için kendilerini empoze ediyorlar. 1974 bunun tipik bir örneğidir. "Anavatanlar" Kıbrıslılığın gelişip serpilmesine izin vermiyecekler. Kıbrıslılık eğer gelişip serpilecekse önce Türk ve Rum emperyalizminin Kıbrıs'a müdahelesine bir son vermek zorundadır.

Kıbrıs'ta hali hazırda Türk ve Rum parçalarına bölünmüşlükle karşı karşıyayız. Kuzeyde Türklük ile Kıbrıslı Türklük, Güneyde Rumluk ile Kıbrıslı Rumluk arasında bir bölünmeyi kaldıramayız ve istemiyoruz. Biz, kendini Türk veya Kıbrıslı Türk, Rum veya Kıbrıslı Rum hisseden herkesin Türkiye ve Yunanistan'ın emperyalizmine karşı mücadeleye katılmasını istiyoruz, ve böylece Türk ve Rum emperyalizminin ve onların Kıbrıslı hizmetkarlarının işimize karışmalarına bir son vererek özgür bir şekilde nasıl olmak istersek öyle olabilmeyi istiyoruz. Biz özgür olmak istiyoruz ve Türkiye ve Yunanistan'daki Rum ve Türk kardeşlerimizin de özgür olmalarını istiyoruz. Onlar sadece bizim özgür olmamıza yardımcı olarak özgür olabilirler, bizlerde ancak onların özgür olmalarına yardımcı olarak özgür olabiliriz. Hepimiz emperyalizmden kurtulmak zorundayız.

Dolayısıyla, Kıbrıs'ın Rumları ve Türkleri olarak bizim "anavatanla" birlikçi burjuvazimize karşı savaşacağız, Türkiye ve Yunanistan'ın emperyalist burjuvazisine karşı savaşacağız. Türkiye ve Yunanistan'daki kardeşlerimizle ele ele savaşacağız.

Tarihin gelişme yönü milli sınırları kırma yönündedir. Emperyalizm bunu zorla, milli düşmanlıklara yol açarak yapar.

Sosyalizm milli sınırları gönüllü birlik temelinde yıkacak. Biz, emperyalizmin bize miras bıraktığı pek çok milli kargaşayı ele almak zorunda kalacağız. Bunlardan birisi de Kıbrıs'tır. Bu problemin çözüm tarzı üzerine şimdiden bir şey söyleyemeyiz. Kıbrıslık temelinde mi olacak yoksa Türklük, Rumluk temelinde mi olacak. Bunu şimdiden belirleyemeyiz. Bugün görebileceğimiz şundan ibarettir: Problem Kıbrıs'ın ulusları sosyalist uluslar haline geldiğinde çözülecek. Kıbrıslı Türklük ve Türklük, Kıbrıslı Rumluk ve Rumluk, bunların her ikisini de tanıyıp her ikisinin de burjuva içeriğine karşı savaşıp, sosyalist içeriğini güçlendirmeliyiz. Emperyalistler tarafından yönetildikleri için ve bizzat kendi işçileri ve köylüleri için ve hele hele başka ülkelerde yaşayan ve emperyalist savaşların, katliamların içine sürükledikleri TÜrk ve Rum azınlıklar için hiçbir acıma hisleri olmayan Türkiye, Yunanistan ( ve İngiltere'ye ) karşı savaşı başlat. Türkiye, Yunanistan ( ve İngiltere )'ye karşı bu nedenlerle savaşmak zorundayız. Rum ve Türk olmadığımızdan değil. Rum ve Türküz. Kıbrıslı Rum ve Türk. "Anavatanların" emperyalizmine karşı savaşarak Türklüğümüzü veya Rumluğumuzu reddetmiyoruz, bunları işçilerin ve köylülerin şanına yaraşır bir şekilde, demokratik ve anti-emperyalist bir şekilde, bizim Kıbrıslı Rumlar ve Türklerin bu adada barış içinde bir arada yaşamamazı mümkün kılacak bir şekilde ileri sürüyoruz. Bunu başarmak için zalim emperyalizme, ister anavatan türü olsun ister İngiliz türü olsun, bir son vermek zorundayız. Dahası, böyle davranarak Türk ve Rum kardeşlerimize zarar vermeyiz, tam tersine onların Türkiye ve Yunanistan'ı Batılı emperyalistlere satmış olan Türk ve Rum emperyalist burjuvazisinden kurtulmasına katkıda bulunuruz.

Kıbrıs Komünist Partisi mücadelesine monarşist emperyalist Yunanistan'la birliği red eden bir anti-sömÜrgeci mÜcadele olarak başladı. Kıbrıslı Rumlar Rum olmadığından değil, fakat Yunanistan gerici, monarşist ve emperyalist bir ülke olduğundan dolayı öyle yaptı. KKP eğer Yunan komünistleri iç savaşı kazansalardı Sovyetik bir Yunanistan ile birleşmeyi red etmezdi ve bu sonucu elde etmek için Rumluk faktörünü kullanmaktan da uzak durmazdı. Kıbrıslı Türk emekçiler de KKP tarafından yönetilen bir Kıbrıs'ın KKP'nin yoldaşları tarafından yönetilen bir Yunanistan ile birleşmesine karşı çıkmazdı.

Kazanacağız.

Kıbrıs'ta kazanacağız, Türkiye'de kazanacağız, Yunanistan'da kazanacağız. Dahası var. İngilter'de de kazanacağız.

-V- KURTULUŞ SAVAŞI MI, YOKSA EMPERYALİST SAVAŞ MI?

Sınıf güçlerinin mevcut dizilişi şartlarında Güneyin bir kurtuluş savaşı yürütmesi mümkünmüdür?

Bu sorunun cevabı evet ise, herkes MİLLİ KOMİTE'YE ( THE NATİONAL COUNCIL ) katılmalı ve Kuzeye karşı savaş için hazırlanmalı.

Eğer bu sorunun cevabı hayır ise, herkes bizim birleşik cephe önerimizle hemfikir olmalıdır. Başka bir değişle, Kuzey ile Güney arasındaki bir savaş emperyalist bir savaş olmak zorundadır. Kıbrıs'ın kurtuluşu YunanistanĞTürkiye (ve İngiltere) emperyalistlerinin Kıbrıs'taki müttefikleri iktidardan devrilmedikçe mümkün değildir.

Kıbrıs üzerine önerilen siyasetlerin püf noktası buradadır. Bu noktada doğru olmak zorundayız, yoksa kendimizi çok hatalı bir konumda, Kıbrıs'ın işçi ve halkına karşı ihanet ile eşdeğerli bir konumda buluruz.

Biz doğru isek, Güney'de Milli Komite'ye katılma siyaseti sosyal şövenizmin siyasetidir. Biz yanlış isek, bizimki de solcu lafazanlık siyasetidir. Bunların her ikisi arasında da zerre kadar bir fark yoktur, çünkü sonuçları aynıdır: Kıbrıs halkına ihanet.

V 1- SINIR OLAYLARI

Bu doğrudan yukarıdaki olaya bağıntılıdır.

Eğer Güneyin Kuzeye karşı bir kurtuluş savaşı yürütmesi mümkün ise, böyle bir savaş içeriği nedeniyle emperyalist bir savaş olmak zorunda değil ise, bu sınır olayları bugünkü mevcut şekilleriyle bile doğrudurlar, Güneyin kurtuluş savaşının bir parçasıdırlar

Zaten bu nedenledir ki, GÜneydeki solcu gençlik örgÜtleri bile bu Yunan bayrağı dalgalandırılan olaylara katılmaktadırlar. Milli Komiteye katılmak, mevcut emperyalist (ve emperyalist uşağı) hükümetlerin silahlanmalarını desteklemek siyasetlerine sahip olanların bu tür olaylarda yer almaktan kaçınmaları imkansızdır. Sınıf güçleri aynen dururken, Yunan bayrağının bu olaylarda yer almasını önlemek te bu olayların anlamını değiştirmez.

Veya, Güneyin bir kurtuluş savaşı örgütlemesi imkansızdır, Güneyin Kuzeyi kurtarmak için girişeceği bir savaş emperyalist bir savaş olmak zorundadır ( başka hiçbir sebeple değilse, Türkiye ve Yunanistan'ın bu savaşa katılması kaçınılmaz olduğundan dolayı bu böyledir ), o zaman bu şekliyle, bu sınır olayları Güneyin ve Kuzeyin devrimci güçlerinin işçileri enternasyonalizm ruhuyla eğitmelerine yardımcı olmuyorlar. Bu olaylar Rum burjuva-emperyalist, Türk burjuva-emperyalist milliyetçiliklerine katkıda bulunuyorlar.

Biz şunu öneriyoruz: Güneyin ve Kuzeyin işçileri Güneyden ve Kuzeyden geçen bir 1 Mayıs yürüyüşünün hazırlığını yapmaya başlasınlar; kitle örgütleri üzerinden, tüm partiler, guruplar ve etkin bireyler vb. aracılığıyla böylesi bir yürüyüş için ajitasyona başlasınlar. Yürüyüşün sloganlarının içeriği 1960 Londra Anlaşmasının yürürlükten kalkması, birleşik işçi örgütlerinin kurulması, tabii ki savaş kışkartıcılarına karşı barış vb. Böylesi bir yürüyüş talebi Güneydeki ve Kuzeydeki hükümetlere, Türkiye'ye, Yunanistan'a, İngiltere'ye, BM.'e, A.B.'ne ve tüm bu ülkelerdeki tüm işçi örgütlerine bu yÜrÜyÜşe destek olmak isteyen tüm örgütlerce götürülmelidir.

Eğer bizim siyasetimiz yanlışsa, eğer bugünkü Güneyin bir kurtuluş savaşı hazırlaması gerekiyorsa, bizler Kıbrıs'ın işçileri ve halkına ihanet ediyoruz. Eğer biz haklı isek, diğerleri Kıbrıs'ın işçileri ve halkına ihanet ediyorlar.

V 2- KIBRIS'TA SİLAHSIZLANMA SLOGANI ÜZERİNE.

Leninizm'den haberi olan herkes, Lenin'in emperyalizm şartlarında böyle bir sloganın öne sürülmesine karşı ne kadar büyük bir kin duyduğunu bilirler. Leninizm'den haberi olan herkes Lenin'in dogmatizme karşı ne kadar büyük bir kin beslediğini de bilir.

O zaman şunu sormak gerekiyor: proleteryanın ve ulusların yaşamında bu sloganı yararlı bir slogana dönüştüren yeni bir gelişme mi var? Yoksa bu sloganı Kıbrıs halkı için yararlı bir slogana dönüştüren Kıbrıs'a özgü bir şeymi var?

Ne kadar çabalarsak çabalıyalım biz böyle bir şey göremiyoruz.

Dünyanın en silahlanmış ülkesi Kıbrıs değilmi? Evet, aynen öyle.

Emperyalist güçler Kıbrıs'ı, ele geçirmek için herşeyi yapmaya hazır oldukları bir batırılamaz uçak gemisi olarak görmüyorlar mı? Evet, aynen öyle.

Emperyalizm Dünyanın dört bir tarafında yerel savaşlar düzenlemekle meşgul değilmi? Evet, düzenlemekle meşgul.

Emperyalizm silahsızlanma konuşurken aynı zamanda daha da çok silahlanmıyormu, bilhassa da ve relatif olarak ele alındığında, halkları açlıktan ölmekteyken en yoğun bir şekilde silahlanmakta olanlar ikinci ve üçüncü dereceden emperyalistler değillermi? Evet silahlanıyorlar ve evet onlar. Türkiye ve Yunanistan, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum kesimleri silahlanmıyormu? Evet silahlanıyorlar.

Bu silahsızlanmak de neyin nesi o zaman?

Eğer bu sloganla piyasaya çıkanların bir bildikleri varsa bir zahmet bize bildirsinler. Her halde tüm emperyalistler harıl harıl silahlanırken işçileri silahsızlanma masalıyla uyutmak pek şerefli bir iş olmasa gerektir- hele hele bu tipler kendi burjuvaları silahlanırken onların silahlanmalarını onlemek için hiç bir problem yaratmıyorlarsa. Gideceksiniz, emperyalistlerin askeri bütçelerine oy vereceksiniz ondan sonra da işçilere silahsızlanma dersi vereceksiniz. Bu Lenin değildir. Bu Kautski'dir.

Ya bize senin bildiğin ve bizim bilmediğimiz şeyleri anlat veyahutta işçileri silahsızlandıran bir siyasetçi olarak teşhir edilmeyi hak ettiğini bil.

Hayır yoldaşlar, silahsızlanma talep etmeyiniz. Silahlandırılmanızı talep ediniz, sizlere silah kullanmayı öğretecek olan ve sizleri şavaşta yönetecek olan subaylarınızı seçmeyi talep ediniz ve bu arada silah sahibi olmak ve silah kullanmayı öğrenmek için hiçbir fırsatı kaçırmayınız. Bütün emperyalistler silahlanıyorlar, ve sadece ordularını ve polis güçlerini silahlandırmıyorlar, gerici sivil kişileri de silahlandırıyorlar. Dünyanın dört birtarafında faşist ve gerici-dinci haydut çeteleri oluşturuyorlar.

Silahsızlanmak?

Doğru ya, az kalsın unutuyorduk. Bu silahsızlanma sloganı da şu meşhur taktiklerden biri, değilmi? Silahsızlanma talep ederek Kıbrıs'ı yok olmakla tehdit eden burjuva ordularından kurtulacaksınız değilmi? Bu işi kim yapacak sizim için? B.M.'mi yoksa A.B.'mi? Yoksa A.B.D.'mi veya İngiltere mi? Akdenizin Kosta Rika'sı mı olmak istiyorsunuz? İyi ama çevrenizdeki hiç kimse Kıbrıs'ın bir Kosta Rika olmasına müsade etmiyecektir. Silahsızlanmış bir Kıbrıs, silahlardan arındığının hemen ertesi günü işgal edilecektir ve eğer kimse Kosta Rika'yı işgal etmiyorsa, bunun nedeni de Kosta Rika'nın A.B.D.'ye ait olmasındandır. Önerdiğiniz bu mu? Kıbrıs'ın onu silahsızlandıran şu veya bu büyük emperyalist güce ait olmasını mı öneriyorsunuz? Eğer öyle ise, dahala bir probleminiz olacaktır. Kosta Rika'nın tersine, güçlü emperyalist Kıbrıs'ın silahsız kalmasına müsade etmiyecektir. Kıbrıs'ı çevredeki ülkelere saldırmak için bir üs olarak kullanacaktır. Silahsızlanma ile bunu mu kastediyorsunuz? Eğer bu değilse nedir yapmak istediğiniz? Lütfen bildiriniz. Sabırsızlıkla bekliyoruz.

Tabii ki tüm emperyalistlerin ve ordularının Kıbrıs'tan çekip gitmesini talep ediniz: Türk, Yunan ve İngiliz orduları Kıbrıs'tan defolunuz. Tabiiki bu emperyalistlerle tüm askeri işbirliklerin son bulmasını talep ediniz: milli ordulara komuta eden tüm Türk ve Yunan subaylar defolsunlar- Türkiye, Yunanistan ve İngiltere ile mevcut açık ve gizli tüm askeri anlaşmalara son verilsin. 1960 Londra Anlaşması reddedilsin. B.M. bu anlaşmayı görüşmelerin temeli olarak ele alacağına bu anlaşmayı tanımasın ve Türkiye, Yunanistan ve İngiliz emperyalistlerinin buna dayanarak ileri sürdükleri tüm talepleri geçersiz saysın. Bunları red ederse de B.M. Kıbrıs'ta emperyalizmin uygulayıcısı olarak lanetlensin.

Bunlar için savaşarak anti-emperyalist cepheyi inşa et. Anti-emperyalist cepheyi inşa ederek bunlar için savaş.

-VI- SAVAŞ ÇIĞLIKLARI VE MİLLİ AZINLIKLAR

Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki sınır bölgesinde Rum asıllı bir azınlık yaşamaktadır. En son duyduklarımıza göre, Yunanistan'daki bir gurup Rum şövenisti bu azınlığın, Arnavutluk'ta başlayan iç savaştan istifade "kurtarılmasını" istermiş. Bunların istediği olursa, Yunan ordusu Arnavutluğa girecek ve Rum asıllı azınlığın yaşadığı bölgeleri zaptedecek, pardon "kurtaracak". Ulaşan bilgiler doğru ise, bu bölgedeki Rum asıllı azınlıklar Yunan bayrağı dalgalandıran silahlı gerilla birimleri (çeteler) oluşturmuşlar bile.

Yine bu kaynaklara göre Amerika Birleşik Devletleri, Yunanistan hükümetine, Arnavutluk ile Türkiye'nin imzaladığı Ortak Savunma Anlaşmasını hatırlatmış: Siz Arnavutluğa girerseniz, Türkiye'de Yunanistan'a girip Yunanistan'ın bazı bölgelerini işgal eder dermiş.

ABD işgal dese de Türk hükümeti "kurtarırız" diyecektir. Bilindiği gibi, nasıl ki Arnavutluk'ta Yunanistan hükümetinin "kurtarmayı" planladığı Rum asıllı bir azınlık varsa, Yunanistan'da da Türk hükümetinin "kurtarmayı" planladığı bir Türk asıllı azınlık vardır. Bu Türk asıllı azınlık Türkiye-Yunanistan sınırındaki bölgede yaşamıyor. Farketmez. Türk ordusu onların yaşadıkları bölgeleri de içine alan bir "kurtarma harekatının", planını yapmıştır. Veya bu Türk asıllı azınlığın Türkiye-Yunanistan sınırındaki bölgeye göç etmesini, bu bölgedeki Rumların da Yunanistan'ın iç bölgelerine göç etmesini öngören bir plan muhakkak ki yapılmıştır. Arnavutluk'la imzalanan Ortak Savunma Anlaşması tamı tamına böylesi planları öngörmektedir. Türkiye'nin, İngiltere ve Yunanistan'la 1960'da imzaladığı Kıbrıs'a garantörlük anlaşması, Kıbrıs'ın dört bir tarafında yaşayan Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs'ın Kuzeyine, Kıbrıs'ın Kuzeyinde yaşıyan Kıbrıslı Rumları da Kıbrıs'ın Güneyine göç etmeye zorlanmasını öngörüyordu. 1974'e kadarki tüm Türk hükümetlerinin ve Türk ordusunun böylesi bir sonuç elde etmek için gerekli tÜm hazırlıkları yaptıklarını ve 1974'te de bu sonucu elde ettiklerini biliyoruz.

1974 savaşıyla Türk ordusu Kıbrıslı Türkleri KULLANARAK Kıbrıs'ın Kuzeyini işgal etmiştir, pardon, Türk hükümetlerinin ve ordusunun deyimiyle Kıbrıslı Türkleri "kurtarmıştır". Türk hükümeti ve ordusu açısından Kıbrıs'taki Türk azınlığı "kurtarma" operasyonunun sonuçları ortadadır. Onlar bu sayede sınırlarını genişletmişler, Akdeniz'e doğru uzanmışlar, Ege'de Yunanistan burjuvazisiyle aralarındaki mevcut çatışmada bir dayanak noktası daha elde etmişlerdir. İyi ama, Kıbrıslı Türk azınlık için bu "kurtarma" operasyonunun sonuçları neler olmuştur? Onlar yerlerinden, yurtlarından olmuşlardır. Onlar katledilmişlerdir ve tamda kurtarıldıkları bugünlerde, o kurtarılmış topraklarında yaşayamaz duruma düşmüşlerdir. Kıbrıs'tan kaçan Kıbrıslı Türklerin ne haddi vardır ne hesabı. Kıbrıs'a göç ettirilen Türk kolonların sayısında da her hangi bir azalma gözlenemiyor. Ve savaş, yeni ve herzamankinden daha da kanlı bir savaş dahala Kıbrıs'ta yaşamak gibi bir "yanlışlık" yapmakta olan Kıbrıslı Türklerin kapısına dayanmıştır. Emperyalist "anavatanları" tarafından kurtarılmalarını istiyen Türk veya Rum azınlıklar Kıbrıslı Türklerin zavallı hallerini seyretsinler ve akıllarını başlarına alsınlar.

Milli azınlıkların Yunanistan, Türkiye ve İngiltere tarafından kendi emperyalist amaçları için nasıl kullanıldığını Kıbrıs'ta çok iyi gördük. Hem Türkiye hem de Yunanistan kendilerini çevreleyen ülkelerdeki Rum ve Türk azınlıkları kullanarak-bu dönemde "mÜslÜman kardeşlerimizi" de unutmamalı-rakipleri olan bu ülkeleri içten zayıflatmak ve fırsatını yakaladıklarında da sınırlarını bu ülkeler aleyhine genişletmek için planlar yapagelmişlerdir. İçinde bulunduğumuz dönem bu planların hayata geçirilmesi dönemidir.

Türkiye ve Yunanistan'ı yönetenler çok tehlikeli oyunlar oynamanın planlarını yapıyorlar. Bu planlar herkesten çok bu planların birer aracı olarak kullanılacak olan milli azınlıkların başına belalar açacaktır. Bulgaristan'daki ve oradan göç etmiş "soydaşlarımız"ın, dün Türkiye kapıları açılarak, bugün Bulgaristan'a geri gönderilmekle tehdit edilerek Bulgaristan'a karşı nasıl kullanıldıklarını ve bu "soydaşlarımızın" bu süreç içinde nasıl eza ve cefa çektiğini ibretle gözlemlemekteyiz. Türkiye'de yaşıyan Türk köylülerine her türlü eza cefa ve yoksulluğu uygun gören Türk hükümetlerinden, işlerine yaramayan "soydaş" köylülerin çıkarlarını savunmalarını beklemek için hiçbir neden yoktur. "Soydaş" köylüler, açıktırki Türk hükümetlerinin amaçlarına hizmet ettikleri oranda alkışlanacak, bu görevlerini yerine getirdikten sonra da kendilerini Türk köylülerinin buldukları konumlarda bulacaklardır. Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Hükümet dairelerinde aşağılanmak, topraksız bırakılmak, ürünlerini ucuza satmaya zorlanmak, gece gündüz çalışıp aç kalmak... Köylü "soydaşlar" daha başka şeyler ümit edebilirler. Bulacakları ise bunlardır.

Türkiye ve Yunanistan ve onların çevrelerindeki ülkelerde yaşamakta olan Rum ve Türk asıllı azınlakların yaşadıkları ülkelerde milli haklarını kullanmakta sorunlarla karşılaştıkları açıktır. İşçi sınıfının iktidarda olmadığı her ülkede tüm milli azınlıklar böylesi sorunlarla karşılaşmaktadırlar. Gel gelelim, Türkiye ve Yunanistan'daki Türk ve Rum işçi ve köylüleri ezip suyunu çıkartan, Türkiye ve Yunanistan'ı ABD ve İngiltere'nin(NATO'nun) askeri üssüne çevirmiş olan ve Türkiye ve Yunanistan'ı yabancı büyük güçlerin askeri, siyasi ve ekonomik yarı-sömürgesi konumuna sokmuş olan ve tüm bunlarla birlikte kendileri de emperyalist, yayılmacı amaçlar besleyen Türk ve Yunan hükümetleri ve ordularından medet ummak, denize düşüp yılana sarılmaya benzer. Kıbrıslı Türklerin başına geldi bu. Kıbrıslı Rumların başına geldi bu. Bulgar Türklerinin başına geldi bu.

Ya milliyeti ne olursa olsun emperyalistlere karşı savaşılacaktır, ya da onların ellerinde oyuncak olunacaktır. Milli azınlıklar için başka seçenek yoktur. Milli azınlıklar yaşamakta oldukları ülkelerdeki emperyalizm düşmanı güçleri ve yine "anavatanlardaki" emperyalizm düşmanı gÜçleri bulmalı ve onlarla işbirliğine girişmelidirler. Milli eşitlik ancak bu şekilde sağlanabilir. Milli azınlıklara sahip ülkelerdeki hakim milliyetten işçiler bu azınlıklara ellerine uzatmalı, ve bu azınlıkların "anavatanlarındaki" işçiler de böylesi bir birliktelik için canla başla çalışmalıdırlar. Milli azınlıklar "anavatan" burjuvazisinin kanlı ellerine terk edilmemelidirler.

Türkiye ve Yunanistan'ı yönetenler yukarıda değinidiğimiz planlarını hayata geçirip ülkeler arası, devletler arası savaşlara girişmek gibisinden bir APTALLIĞA baş vururlarsa, bu sadece Türkiye ve Yunanistan'ın işçi ve köylülerine ve bu ülkelerdeki Rum ve Türk azınlıklara tuzluya patlamıyacaktır. Böylesi bir savaş çıkartmak APTALLIĞINDA bulunurlarsa, Türkiye ve Yunanistan'ı yönetenler Tosya'ya pirinci giderken evdeki bulgurdan da olacaklardır.