İngiliz Kurumlarında Irkçılık Kaynıyor

KSG Sayı 245

Geçtiğimiz hafta İngiliz Muhafazakar Partisinin içişlerinden sorumlu¬Ý sözcüsü Patrick Mercer'in İngiliz Ordusu'nda etnik azınlıklara karşı "siyah piç" hakaretini savunması İngiltere'de ırkçılığın boyutunu bir daha su yüzüne çıkardı.Hükümet'e hazır olduğunu söyleyen Muhafazakar Partisinden önde gelen birisinin bu açıklamasından sonra Sheffield kentinde zenci bir çocuğun polisler tarafından acımasızca dövülmesi olayı nedeniyle Polis Şikayet Komisyonu'na şikayet yapıldığı ortaya çıktı. Manchester mahkemesinde görev yapan bir yargıçın da arkadaşları ile sohbet ederken "kahrolası yabancılar"dan söz ettiği halde Yargıç Komisyonu tarafından işine devam etmesine izin verilmesi dikkat çekti.

İngiltere'de ırkçılığın suç olduğu yasalarla açıklansa da İngiliz devlet kurumlarında ırkçılık özellikle de 11 Eylül olayından sonra yükselişe geçti. Bazı gözlemcilere göre "terörizme karşı mücadele" ayakları altında etnik azınlıklara karşı yaklaşımda İngiliz toplumunu 50 yıl öncesine götürüyor.

Sorun sadece devlet daireleri ile kalmıyor. Tony Blair'ın İçişleri Bakanı John Reid de İngiltere'de yaşayan kaçak yabancıları "kaynakları çalan hırsızlar"olarak ilan ederek ve de onlara hayatlarını zehir edeceğini açıklayarak yabancı düşmanlığının körüklenmesine yeşil ışık yaktı. İngiltere'de "en alttakiler"olarak asgari ücretle, hatta asgari ücretin altında kaçak olarak çalışan yabancılar sayesinde İngiliz ekonomisinin ayakta durduğu bilindiği halde Oxford Üniversitesi profesörü David Coleman yabancıların ekonomiye katkılarını "ayda bir adet Mars çukulatası"na eşitlemesi üniversite öğrencileri arasında protestolara yol açtı. Yapılan araştırmalarda bu öğretim görevlisinin göçmen işçilere karşı Migrationwatch adında bir örgütün kurucu üyesi olduğu ortaya çıktı. Ancak üniversite yönetimi ırkçılığı körükleyen bu öğretim görevlisine dokunmamayı bir dizi mazeretler sıralayarak tercih etti.

İngiltere'de devlet kurumlarının yayınladığı veriler dahi etnik azınlıkların İngiltere'deki yaşamlarının hiç de kolay olmadığını gösteriyor. Örneğin, İngiltere'de nüfusun yüzde 40'ı en berbat yerlerde yaşadığı halde etnik azınlıkların yüzde 88'i bu en berbat bölgelerde yaşıyor; 87 bin etnik kökenli şu ya da bu şekilde ırkçı saldırıya uğramış; etnik kökenli işçilerin ortalama ücreti saate 7 sterlin iken beyaz İngiliz işçilerin ücreti ise 8 sterlin.

Tekeller azami karlarını artırırken hem etnik hem de yerli işçileri daha da düşük ücretle çalıştırmaya gidiyor. İşçilerin tekellere isyan edecek noktada olduğunu çok iyi gören burjuva politikacılar ve akademisyenler, işçilerin sınıf olarak örgütlenmelerini önleyerek ve işçilerin nefretini tekellerden etnik azınlıklara ve yabancı işçilere yönelterek mevcut düzenin devamını sağlamaya gayret gösteriyorlar.

Oysa işyerlerinde çalışan İngiliz işçiler burjuva politikacı ve kurum yöneticilerinin sahtekarlığını her gün yaşayarak görüyorlar. Onlar aynı işyerinde her gün çalıştıkları etnik kökenli işçilerin onların sorununun kaynağı olmadığını sorunun kaynağının işverenler olduğunu gayet iyi görüyorlar. Bu nedenledir ki İngiliz işçileri haklarını alabilmek için sadece İngiliz kökenlilerin değil etnik azınlıklardan gelen işçilerin de sendikalaşması için büyük bir çaba harcıyorlar. Tüm işçilerin sendikalaşmasını büyük oranda başardıkları işyerlerinde de yürüttükleri haklı mücadelelerinde başarılı oluyorlar.